29 Haz 2023

Engin Geçtan & Timuçin Oral - Dünya Hali

“Soren Kierkegaard’ın bir sözünü hatırlattı. Diyor ki, “Seçimler yoğun bir özgürlük anında yapılır” ve buna çok güzel bir ad vermiş, “kader sıçraması”. Seçim ile karar arasında fark olduğunu düşünüyorum; karar farklı bir olgu. Yani biz bir şeye karar verdiğimizi söylüyoruz. Özellikle hayatımızın önemli konularında. Ama aslında karar bilinç dışında verilmekte ve biz onun farkında olmuyoruz; bilince ulaştığı ânı karar ânı zannediyoruz.” (s.25)

“Goethe, “Yolculuğu bir yere varmak için değil, yolda olmak için severim” diyor.” (s.30)

“Engin Geçtan tek başına, yaşamın ısmarlanamazlığını anlatarak Milan Kundera’ya atıfla, “Hayat bir kere yaşandığı için yargılanamaz” diyor. Iching felsefesinin, “Ölüm, bir hayatın başına konulan taçtır” görüşünü “Ama, hakkını vererek yaşanmış olan hayatın” diye pekiştiriyor.” (s.45)

“Çoğumuz, özellikle geleceği ipotek altına alarak yaşamımızı denetleme eğilimindeyiz. Bilinmeyenden hepimiz biraz korkuyoruz fakat, bizim için iyi olmadığı halde, alıştığımız için sürdürdüğümüz bazı şeyler de bize hasar verebiliyor. Yaşam bir rastlantılar dizisi; bu sözü burada bırakırsam kadercilik olur ama aslolan, bu rastlantılarla bizim ne yapıp ne yapmadığımız. İnsan bir yaşa geldiği zaman, şöyle bir geriye dönüp bakma eğiliminde oluyor.” (s.45)

“Kimsen, o olmayı göze al.” Andre Gide’in Dar Kapı Kitabından (s.72)

“İncinince kızgınlık tepkisi veriliyor; kızgınlık tepkisi verilince de karşımızdaki insanın vicdanını ondan almış oluyoruz. Yani, biz de onu suçlayınca o kendi vicdanında kurtulmuş oluyor. Oysa, sadece susmak bile yeterli olabilir.” (s.87)

“Kişi “kendi zamanını yaşarken” başkalarıyla birlikteyse uyum sağlanabilir mi sorusuna Geçtan, Otto  Rank’tan alıntıyla yanıt veriyor: Sevmek, öteki insanın seçimini de sevebilmektir.” (s.103)

“-Hep biraz sonra ne yapacağımı düşünüyorum. Zamanla barışamıyorum Engin Bey, benim sorunum bu.
  -Yani hayat önde siz arkada koşuyorsunuz.” (s.104)

“E.G.: Bazen terapiye gelen kişileri dışarıda uzaktan görüyorum. Terapi ortamından daha az güzeller.
  O.T.: Neden?
  E.G.: O korku aşıldığı ve özgürce ifade aşamasına gelindiği zaman insanların yüzleri güzelleşiyor çünkü ifade kazanıyorlar.
  T.O.: Hepimiz maskesiz daha güzeliz değil mi?” (s.117)

“Gitmek, kalmak gibi bir eylem sanki. Kalmanın da bir eylem olduğunu düşünüyorum, yani statik ve kinetik enerji gibi görüyorum ikisini.” (s.145)

“Jules et Jim (Unutulmayan Sevgili) filminden bir cümleyi aktarmam gerekti, “Yaşam, bir ayrılıklar dizisidir.” Şimdi ayrılık ve birleşme, tekrar ayrılık, tekrar birleşme; yaşamın özü bu birçok insan ayrılıktan çok korkuyor ki bu aslında yaşama korkusu. Birçok insan da beraberlikten çok korkuyor; bu da ölüm korkusu. Hangisi bizi nereye götürüyor diye bakınca, ölüm korkusunun bazen ölçüsüz bireyleşmelere kadar gidebildiği görülüyor.” (s.147)

“E.G.: Günümüzde dış etkenlerden kaynaklanan nedenlerden ötürü, sana da öyle geliyor mu bilmiyorum ama insanlar da bundan yakınıyorlar zaten. Bir gönül fakirliği söz konusu.
  T.O.: Ne demek gönül fakirliği?
  E.G.: Karşı tarafı hissetmeye çalışmamak.” (s.176)

“İlişkide sevgi ihtiyaçtan daha önde gitmelidir.” (s.187)

“Aşk da hatta bütün dostluklar da dahil, hepsi birer süreç. Süreçleri bıçakla keser gibi kesemezsiniz. Bir doruğa erişirler, ondan sonra kimi sürer kimi inişe geçer ve sonunda tükenir. Şimdi benim daha genç kuşaklarda gözlemlediğim, o inişe geçmeye başladığı anda bitiriliyor ve bir sonrakine geçilmek isteniyor olması. Bu defa da hakikaten tükenmemiş ilişkiler halinde kalıyor, bunların bedeli ileri yaşlarda ödenecek diye düşünüyorum.” (s.189)

“Sartre, bir tren istasyonunda nereye gideceğine karar veremeyip günlerce bekleyen bir yolcudan bahseder. “Varolamıyor bu insan” diye bir sonuca varır hikâyede ama hangisindeydi şimdi hatırlamıyorum.” (s.208)

“E.G.: Otto Rank, “Bir beraberlik bittiği anda bir başkası başlar” diyor. Burada kastedilen iki kişinin beraberliği değil genel olarak birliktelik. Ana rahmindeki bebek de, ana rahmiyle ilişki halindedir başlangıçta ve günü gelince onu terk eder; bu defa annenin kendisiyle buluşur ve bu yaşam boyu sürer gider.
T.O.: Ayrılmalar ve birleşmeler şeklinde.
E.G.: İnsanlar, temel güven duygusunda yetersizlikler yaşadıkları zaman, beraberliklerini bürokrasideki tanımla demirbaş eşyaya dönüştürme eğilimde oluyorlar. Böyle bir beraberliğin içinde de, ayrılıklar birliktelikler olmasına fırsat vermiyorlar. İki insanın beraberliğinde önemli olan, zaman zaman ayrı olup kendi yaşadıklarının getirdiği zenginlikleri ilişkiye katabilmektir. Sürekli yapışık düzen halinde yaşandığı zaman böyle bir zenginleşme söz konusu olamayacağı için, çoğu zaman bu aşırı bağımlılık şekline dönüşen ilişkiler de inişe geçmeye başlayabiliyor maalesef.
T.O.: Öfkeler çıkıyor.
E.G.: Öfkeler çıkıyor tabii… O zaman o ilişki bitiyor ve başka bir ilişki yeniden aynı örüntüyü izlemek üzere yaşanıyor. Halbuki kişi yeni bir seçim yaptığını zannediyor ama aynı örüntüyü izleyeceği için, aslında o yeni bir seçim olmamış oluyor.” (s.255)

“Ben de tabii insanın ilişki içinde varolabilen bir varlık olduğunu düşünüyorum ve topluluk içinde olmanın muhakkak ki kendine göre savaşları var. Ama biz başka neyle beslenebiliriz ki birbirimizden başka?” (s.295)