8 Oca 2022

Deepak Chopra - Sırlar Kitabı

“Yaşamdaki en büyük açlık, yiyeceğe, paraya, başarıya, statüye, güvenliğe, sekse veya hatta karşı cinsin ilgisine olan açlık değildir. İnsanlar bu sayılanlara tekrar tekrar ulaşmış yine de bir doyuma ulaşamamıştır. Gerçekten de sonuçta ilk başladıkları noktadan daha tatminsiz bir duruma gelmişlerdir. Yaşamdaki en büyük açlık, ancak kişinin kendindeki saklı kısmı meydana çıkarmaya razı olduğunda ortaya çıkacak olan bir sırdır. Geçmişin bilgelik geleneklerinde bu arayış, mevcut olan en değerli inciyi bulmak için dalmaya benzetilmiştir. Şiirsel bir dille söylersek, sığ suların çok ötesine yüzmek, kendinizin derinliklerine dalmak ve paha biçilmez inci bulunana kadar sabırla aramak zorundasınızdır.” (s.11)

“Dönüşüm, bir tırtılın kelebeğe dönüşümü gibi, biçimdeki köklü bir değişiklik anlamına gelir.” (s.11)

“Tek gerçeklik ruhtur, yaşamın yüzeyi de bizim gerçek olanı keşfetmemizi engelleyen bin maskeli sahte bir kıyafettir. Bin yıl önce böyle bir ifadeye kimse itiraz etmezdi. Ruh her yerde yaşamın gerçek kaynağı olarak kabul edilmişti. Bugün varoluşun gizemine yeni gözlerle bakmak zorundayız, çünkü bilim ve mantığın mağrur çocukları olarak, kendimizi bilgeliğin öksüzleri haline getirdik.” (s.13)

“Bildiğiniz yaşam, daha derin bir gerçekliği örten ince bir olaylar katmanıdır. Derin gerçeklikte, siz, şu anda olan, daha önce olmuş veya olacak olan her olayın bir parçasısınız. Derin gerçeklikte, kim olduğunuzu ve amacınızın ne olduğunu kesin olarak biliyorsunuz. Yeryüzünde bir diğer kişiyle karıştırma veya bununla çatışma yok. Yaşamdaki amacınız yaratılanların genişlemesine ve büyümesine yardımcı olmak. Kendinize baktığınızda sadece sevgi görüyorsunuz.” (s.15)

“En iyi arkadaşınız sizi Tibet’ten telefonla aradığında, onun uzakta olduğunu kabul edersiniz, ancak yine de telefondaki sesi beyninizde bir duygu olarak oluşur. Arkadaşınız kapı eşiğinize gelse de sesi daha yakın değildir. Hâlâ beyninizin aynı noktasındaki bir duygudur ve arkadaşınız ayrıldıktan sonra da sesi içinizden çıkmaz. Uzak bir yıldıza baktığınızda, çok uzak görünür, ancak beyninizin bir başka kısmında bir duygu olarak var olmaktadır. Bu nedenle, yıldız içinizdedir. Aynı şey bir portakalın tadına baktığınızda, kadife kumaşa dokunduğunuzda ya da Mozart dinlediğinizde de geçerlidir. Mümkün olan her deneyim içinizde üretilmektedir.” (s.33)

“Algı dünyadır, dünya da algı.” (s.34)

“Parlak, canlı renklerle boyanmış şık alan bir apartman dairesi, karanlık bir bodrum katından çok daha farklı bir ruh halini temsil eder. Bununla beraber karmakarışık ve üzeri kağıt yığınlarıyla dolu bir masa da birkaç şeyi temsil eder: İç düzensizliği, kişinin yükümlülüklerini yerine getirme korkusu, çok fazla sorumluluk kabul etme, dünyevi detayları önemsememe vs. Bu tutarsızlık doğrudur, çünkü her birimiz kim olduğumuzu ifade ettiğimiz kadar saklarız da. Bazen kim olduğunuzu ifade edersiniz, bazı zamanlarda da gerçek duygularınızdan uzaklaşır, onları inkâr eder veya toplumsal kabul görmek için çıkışlar ararsınız. Eğer kanepe sadece ucuz ve siz idare etsin dediniz diye alındıysa, duvar rengi siz ne renge baktığınıza önem vermediğiniz için beyazsa, bir resmi kayınvalideniz size hediye ettiği için atmaktan korkuyorsanız, hâlâ nasıl hissettiğinizin sembollerini görüyorsunuz demektir. Detaylara fazla düşmeden birinin kişisel alanını inceleyip onun yaşamından tatmin olup olmadığını, kişisel kimliğinin güçlü olup olmadığını, toplumla uyumlu mu uyumsuz mu olduğunu, düzene mi karmaşaya mı değer verdiğini, iyimser mi ümitsiz mi olduğunu oldukça doğru ayırt etmek olasıdır.” (s.36)

“Gerçekten de, birlik günlük yaşamın her anında gizliden gizliye mevcuttur. Tek gerçekliğin dışında olan hiçbir şey başıma gelmez; kozmik plan içinde hiçbir şey boş yere veya rastgele değildir.” (s.48)

“Hissetme, sevgiyi yaşadığınızda ve ifade ettiğinizde yolu gösterir. Bu yolda, kişisel duygularınız her şeyi kapsayacak kadar genişler.” (s.48)

“Bilgeliğiniz genişledikçe kişisel sorularınız zayıflar. Zihninizin tek bilmek istediği şey varoluşun gizemidir.” (s.49)

“Uyanış bir plana göre gerçekleşmez. Bu bir yapbozu sonunda ortaya çıkacak resmi bilmeksizin bir araya getirmeye benzer. Budistler’in bir deyişi vardır, eğer yol üzerinde Buddha ile karşılaşırsan onu öldür, bu eğer önceden yazılmış manevi bir metni izliyorsanız bunu gömün anlamına gelir.” (s.55)

“Sürekli saf ve bozulmamış kalacak olan tek şey, çözmeye başladığımızda kendi farkındalığımızdır. İyi ile kötü, kutsal ile küfür, biz ve onlar arasındaki kavgayı devam ettirmek çok daha kolaydır. Ancak farkındalık geliştikçe, bu zıtlıkların mücadelesi sakinleşir ve başka bir şey, içinde kendinizi evinde hissettiğiniz bir dünya ortaya çıkar.” (s.58)

“Nörologlar tüm zihinsel durumlar için merkezleri tesbit etmiştir. Kişi ne yaşıyor olursa olsun -depresyon, sevinç, yaratıcılık, halüsinasyon, hafıza kaybı, felç, cinsel arzu, vb.- beyin çeşitli merkezlere dağılan kendine özgü bir faaliyet biçimi sergiler. Kişi hiçbir yerde olmayabilir, en azından bilimin belirleyebileceği hiçbir yerde.
Bu inanılmaz heyecan vermektedir, çünkü eğer gerçek siz kafanızın içinde değilse, siz farkındalığın kendisi gibi, serbest bırakıldınız. Bu özgürlük sınırsızdır. Her şeyi yaratabilirsiniz, çünkü yaradılışın her bir atomunun içindesiniz. Farkındalığınız nereye gitmek isterse, madde izlemek zorundadır. Nihayet siz birinci gelirsiniz, evren ikinci.” (s.59)

“Bağlantısız olayları birbirine bağlayan bir akış vardır ve siz bu akışsınız.” (s.61)

“Gerçeklikle bağı koparmak için bir anlık farkındalık yeter. Gerçeklikte benin dışında hiçbir şey var olmaz. Bu küçük bilgiyi kabul etmeye başladığınız anda yaşamın tüm amacı değişir. İzlemeye değer tek hedef yanılgı ve yanlış inanışlar olmaksızın tamamen özgürce kendiniz olmaya çalışmaktır.” (s.81)

“Kierkegaard Adler’in Tanrı’nın sesiyle konuşmadığına karar verdi, ancak aynı zamanda iç seslerimizin nereden geldiğini kimsenin bilmediğini gözlemledi. Bunları sadece kabul ederiz, tıpkı başımızı dolduran sözcük akışlarını kabul ettiğimiz gibi.” (s.93)

“Aklınızı, kararınızın doğru mu yanlış mı olduğuna takarsanız, tüm evrenin sizi biri için ödüllendirip diğeri için cezalandıracağını varsayıyorsunuz demektir. Bu varsayım doğru değildir, çünkü evren esnektir. Verdiğiniz her karara uyum sağlar. Doğru veya yanlış sadece zihinsel üretimdir.” (s.97)

“Evrenin sabit bir gündemi yoktur. Siz herhangi bir karar verdikten sonra evren bu karara göre çalışır. Doğru veya yanlış yoktur, yaşadığınız düşünce, duygu ve eylemlere göre değişen bir olasılıklar dizisi vardır.” (s.97)

“Kararlar, gövdenize, aklınıza ve ortamınıza belirli bir yönde hareket etmesini söyleyen sinyallerdir. Daha sonra gittiğiniz yönü beğenmeyebilirsiniz, ancak kararların doğru ve yanlışlığına takılmak hiçbir yöne gitmemekle aynı şeydir. Kendinizin bir seçim yapan olduğunu unutmayın, kim olduğunuz ise şimdiye kadar yaptığınız ve bundan sonra yapacağınız herhangi bir seçimden çok daha fazla bir şeydir.” (s.98)

“Birçok insan için en güçlü dış etken başkalarının ne düşündüğüne denk gelir, çünkü uyum sağlamak en az direnç gösteren yoldur. Ancak uyum sağlamak ataleti kucaklamak gibidir. Toplumsal kabul benin en küçük paydasıdır -bu ben kendine özgü bir kişi olarak sizi değil, toplumsal bir birim olarak sizi ifade eder. Gerçekten kim olduğunuzu ortaya çıkarın; uyum sağlamak aklınızdaki en son fikir olsun. Ya olur ya olmaz, ancak her iki durumda da kendinizden şüphe etmezsiniz.” (s.102)

“Ne olursa olsun olasılıkları görmeye çalışın. Umduğunuzu veya arzuladığınızı elde edemezseniz, kendinize, nereye bakmam gerekiyor, diye sorun. Bu çok özgürleştirici bir tavırdır. Bir şekilde yaşamdaki her olay sadece iki şeye neden olabilir: Ya sizin için iyidir veya sizin için iyi olanı yaratmak için neye bakmanız gerektiğini ortaya koyuyordur.” (s.102)

“Yaşamınızda temelden ve sarsılmaz bir neşe kaynağı vardır. Bir solucan kendinden başka bir şeyi bilmez, o yüzden de neşe kaynağından dışarı sapmaz. Farkındalığınızı her yöne dağıtabilir, böyle yaparak kendinizi akıştan ayırabilirsiniz. Ben imgenizi ve yerinde duramayan aklınızı içinizde şüphesiz hissedilir bir neşe bulana kadar gerçekten serbest bırakmazsınız. Ünlü ruhani öğretmen J. Krishnamurti bir yerde geçen çok etkileyici bulduğum bir yorum yapmıştı. İnsanlar, diyordu, her sabah yüreğinde bir şarkıyla uyanmanın ne kadar önemli olduğunun farkına varmıyorlar.
Burada şarkı yaşam sevinci demekti, iyi veya kötü seçimlerden ayrı bir sevinç. Bunu kendinizden istemek yapması hem çok kolay hem zor bir iştir. Ancak yaşam ne kadar karışık olursa olsun, bunu aklınızdan çıkarmayın. Aklınızı özgürleştirme vizyonunuz olsun, bunu başardığınızda da sizi bir sevinç kaynağı karşılayacak.” (s.104)

“Dikkatinizi verirseniz kötü kararlardan bir değil, birçok iyi şeyin doğduğunu; iyi kararlarınıza da birçok kötü şeyin takıldığını görebilirsiniz. Örneğin mükemmel bir işe sahip olursunuz, ancak işte berbat bir ilişki yaşarsınız ya da işe giderken arabanızı çarparsınız. Anne olmayı çok seversiniz, ancak bunun kişisel özgürlüğünüzü büyük ölçüde engellediğini görürsünüz. Bekâr olup kendi başınıza nasıl gelişme gösterdiğinizle mutluyken, bir yandan da derinden sevdiğiniz biriyle evli olmanın getirdiği gelişimi kaçırmış olabilirsiniz.
Verilmiş hiçbir tek karar sizi şu anda bulunduğunuz noktaya getirmedi. Geri dönmeden önce birkaç yola göz atıp bir iki adım attınız. Bir çıkmaza varan bazı yolları ve bir kavşakta kaybolan bazı yolları izlediniz. Sonuç olarak tüm yollar diğerleriyle bağlantılıdır. O halde, yaşamınızın kaderinizi sağa sola sapmayan bir yola oturtan iyi ve kötü seçimlerden oluştuğuna dair sabit fikri bırakın. Yaşamınız farkındalığınızın bir sonucudur. Her seçim bunu izler, gelişmeye yönelik her adım da.” (s.105)

“Doğa verimi sever, gelişigüzel çalıştığı varsayılan bir şey için bu tuhaf bir davranıştır. Bir topu bıraktığında, beklenmeyen sapmalar yapmaksızın yere düşer. Birleşme potansiyeli olan iki molekül karşılaştıklarında her zaman birleşir -kararsızlığa yer yoktur. Bu en az enerjinin harcanışıdır ki buna en az çaba kanunu denir, insanoğlu için de geçerlidir. Gövdelerimiz her hücrede devam eden kimyasal süreçlerin verimliliğinden kaçamazlar, o hâlde aynı ilkeyle sarmalanmış olması mümkündür. Neden ve sonuç sadece bağlantılı değildir; mümkün olan en verimli şekilde bağlantılıdır. Bu fikir aynı zamanda kişisel gelişim için de  geçerlidir. Herkesin kendi bilinç düzeyinde elinden gelenin en iyisini yaptığı anlamındadır.” (s.110)

“Bilgelik, her sorunun cevaplandığı akıl düzeyiyle temas halinde olmak demektir. Her ne kadar bilgelik müziğe, matematiğe veya başka özel alanlara odaklamasa da dehayla bağlantılıdır. Bilgi alanınız yaşamın kendisi ve bilincin her seviyedeki hareketidir. Bilgelik kendinizi akıllı, kendine güvenli, sarsılmaz, ancak alçakgönüllü hissettirir.” (s.116)

“Korkusuzluk, tümden güvenlik anlamına gelir. Korku geçmişten gelen bir sarsıntıdır, kendimizi ait olduğumuz bir yerden ayrılıp incinebilirliğin ortasında bulduğumuz bir anı hatırlatır.” (s.116)

“Her birimiz birçok boyutta yaşıyoruz. Dikkatimizi neye odaklayacağımızı seçebiliyoruz, bu odak nereye giderse yeni bir gerçeklik açılıyor.” (s.152)

“Sezgi: Aklın yaşamın gizli mekaniğini anladığı bölge.” (s.153)

“Varoluşunuzun her bir boyutunun kendi amacı vardır, başka bir yerde mevcut olmayan bir tatmin düzeyi sağlar. Tamamen genişlemiş farkındalıkta her boyuta erişilebilir.” (s.155)

“Yaşam taze kalmak zorunda. Kendini yenilemek zorunda.” (s.165)

“Dört duvar çatıdan oluşan bir ev düşünün. Eğer ev yanarsa, duvarlar ve çatı çöker. Ancak içindeki alan bundan etkilenmez. Bir mimar getirip yeni bir ev tasarlatabilirsiniz, ancak yeniden inşa edince içindeki alan hâlâ etkilenmemiştir. Bir ev inşa ederek sadece sınırsız uzayı içerisi ve dışarısı şeklinde bölüyorsunuz. Bu bölme bir yanılgıdır. Eski bilgeler gövdenizin de bu ev gibi olduğunu söylemiştir. Doğumda yıkılır, öldüğünüzde yanıp çöker, ancak Akaşa ya da ruh uzayı değişmeden kalır; sınırsız kalmaya devam eder.” (s.166)

“Her tekrar yaşantıyı aşama aşama soldurur, çünkü zaten bildiğiniz şeye geri döndüğünüzde bunu ilk defa yaşamazsınız. Egonuzla ben, beni, daha düzeninin aynı alışılmış yolları izlemesi konusunda yaptığınız pazarlık kötü bir pazarlıktı -yaşamın zıttını seçtiniz- ki bu da ölümdür.

Teknik konuşursak, pencerenizin dışındaki ağaç bile geçmişten bir imgedir. Onu gördüğünüz ve beyninizde işlediğiniz anda ağaç çoktan kuantum düzeyinde ilerlemiştir, evrenin titreşen dokusuyla birlikte akmaktadır. Tam olarak sağ olmak için, kendinizi deneyimlerin doğduğu yersiz alana enjekte etmelisiniz. Dünyadaymış gibi yapmayı bırakırsanız, baştan beri ruh denilen süreksiz, yersiz bir yerden yaşadığınızın farkına varırsınız. Öldüğünüzde aynı bilinmeyene gireceksiniz ve o anda şimdiye kadar yaşıyor hissetmediğinizi anlama şansınız olacak.” (s.169)

“An içinde yaşamanın erdemini öven kitaplar yazılır. Bu çok mantıklıdır, çünkü aklın yükü geçmişten gelir. Bellek tek başına ağırlıksızdır, zaman da öyle olmalıdır. İnsanların “şimdi” dediği şey aslında zamanın psikolojik bir engel gibi ortadan kalkışıdır. Engel kaldırıldığında, geçmiş veya gelecek size yük olmaz-farkındalık halini bulursunuz. Zamanı psikolojik bir yük yapan şey bizleriz.” (s.196)

“Kendilerine zaman ayıran insanlar dış taleplerin daha az olduğu yalnızlığın sakinliğini ararlar. Doğal haliyle zihin dış uyarılar ortadan kalkınca tepki vermeyi bırakır. Bu tıpkı akışın yavaşladığı bir derinlik bulmak için nehrin yüzeyindeki dalgalardan kaçmak gibidir. Şu an bir tür tembel dairesel akış gibidir. Düşünceleriniz harekete devam eder, ancak sizi ileri itekleyecek kadar ısrarcı değillerdir.

Son olarak sakinliği, hareketten daha çok seven birkaç insan vardır, bunlar suyun akmayı bıraktığı, dalabilecekleri en derin, yüzey dalgalarının ulaşamadığı en sakin noktaya dalarlar. Bu kımıldamayan merkezi bulunca da kendilerini azami dış dünyayı asgari yaşarlar.” (s.199)

“Kişiliğiniz ateşlice kendine tutunan karmasal bir biçimdir.” (s.216)