“Yaşamdaki en büyük açlık, yiyeceğe, paraya, başarıya,
statüye, güvenliğe, sekse veya hatta karşı cinsin ilgisine olan açlık değildir.
İnsanlar bu sayılanlara tekrar tekrar ulaşmış yine de bir doyuma ulaşamamıştır.
Gerçekten de sonuçta ilk başladıkları noktadan daha tatminsiz bir duruma
gelmişlerdir. Yaşamdaki en büyük açlık, ancak kişinin kendindeki saklı kısmı
meydana çıkarmaya razı olduğunda ortaya çıkacak olan bir sırdır. Geçmişin
bilgelik geleneklerinde bu arayış, mevcut olan en değerli inciyi bulmak için
dalmaya benzetilmiştir. Şiirsel bir dille söylersek, sığ suların çok ötesine
yüzmek, kendinizin derinliklerine dalmak ve paha biçilmez inci bulunana kadar
sabırla aramak zorundasınızdır.” (s.11)
“Dönüşüm, bir tırtılın kelebeğe dönüşümü gibi, biçimdeki
köklü bir değişiklik anlamına gelir.” (s.11)
“Tek gerçeklik ruhtur, yaşamın yüzeyi de bizim gerçek
olanı keşfetmemizi engelleyen bin maskeli sahte bir kıyafettir. Bin yıl önce
böyle bir ifadeye kimse itiraz etmezdi. Ruh her yerde yaşamın gerçek kaynağı
olarak kabul edilmişti. Bugün varoluşun gizemine yeni gözlerle bakmak
zorundayız, çünkü bilim ve mantığın mağrur çocukları olarak, kendimizi
bilgeliğin öksüzleri haline getirdik.” (s.13)
“Bildiğiniz yaşam, daha derin bir gerçekliği örten ince
bir olaylar katmanıdır. Derin gerçeklikte, siz, şu anda olan, daha önce olmuş
veya olacak olan her olayın bir parçasısınız. Derin gerçeklikte, kim olduğunuzu
ve amacınızın ne olduğunu kesin olarak biliyorsunuz. Yeryüzünde bir diğer
kişiyle karıştırma veya bununla çatışma yok. Yaşamdaki amacınız yaratılanların
genişlemesine ve büyümesine yardımcı olmak. Kendinize baktığınızda sadece sevgi
görüyorsunuz.” (s.15)
“En iyi arkadaşınız sizi Tibet’ten telefonla aradığında,
onun uzakta olduğunu kabul edersiniz, ancak yine de telefondaki sesi beyninizde
bir duygu olarak oluşur. Arkadaşınız kapı eşiğinize gelse de sesi daha yakın
değildir. Hâlâ beyninizin aynı noktasındaki bir duygudur ve arkadaşınız
ayrıldıktan sonra da sesi içinizden çıkmaz. Uzak bir yıldıza baktığınızda, çok
uzak görünür, ancak beyninizin bir başka kısmında bir duygu olarak var
olmaktadır. Bu nedenle, yıldız içinizdedir. Aynı şey bir portakalın tadına
baktığınızda, kadife kumaşa dokunduğunuzda ya da Mozart dinlediğinizde de
geçerlidir. Mümkün olan her deneyim içinizde üretilmektedir.” (s.33)
“Algı dünyadır, dünya da algı.” (s.34)
“Parlak, canlı renklerle boyanmış şık alan bir apartman
dairesi, karanlık bir bodrum katından çok daha farklı bir ruh halini temsil
eder. Bununla beraber karmakarışık ve üzeri kağıt yığınlarıyla dolu bir masa da
birkaç şeyi temsil eder: İç düzensizliği, kişinin yükümlülüklerini yerine
getirme korkusu, çok fazla sorumluluk kabul etme, dünyevi detayları önemsememe
vs. Bu tutarsızlık doğrudur, çünkü her birimiz kim olduğumuzu ifade ettiğimiz
kadar saklarız da. Bazen kim olduğunuzu ifade edersiniz, bazı zamanlarda da
gerçek duygularınızdan uzaklaşır, onları inkâr eder veya toplumsal kabul görmek
için çıkışlar ararsınız. Eğer kanepe sadece ucuz ve siz idare etsin dediniz diye
alındıysa, duvar rengi siz ne renge baktığınıza önem vermediğiniz için beyazsa,
bir resmi kayınvalideniz size hediye ettiği için atmaktan korkuyorsanız, hâlâ
nasıl hissettiğinizin sembollerini görüyorsunuz demektir. Detaylara fazla
düşmeden birinin kişisel alanını inceleyip onun yaşamından tatmin olup
olmadığını, kişisel kimliğinin güçlü olup olmadığını, toplumla uyumlu mu
uyumsuz mu olduğunu, düzene mi karmaşaya mı değer verdiğini, iyimser mi ümitsiz
mi olduğunu oldukça doğru ayırt etmek olasıdır.” (s.36)
“Gerçekten de, birlik günlük yaşamın her anında gizliden
gizliye mevcuttur. Tek gerçekliğin dışında olan hiçbir şey başıma gelmez;
kozmik plan içinde hiçbir şey boş yere veya rastgele değildir.” (s.48)
“Hissetme, sevgiyi yaşadığınızda ve ifade ettiğinizde
yolu gösterir. Bu yolda, kişisel duygularınız her şeyi kapsayacak kadar
genişler.” (s.48)
“Bilgeliğiniz genişledikçe kişisel sorularınız zayıflar.
Zihninizin tek bilmek istediği şey varoluşun gizemidir.” (s.49)
“Uyanış bir plana göre gerçekleşmez. Bu bir yapbozu
sonunda ortaya çıkacak resmi bilmeksizin bir araya getirmeye benzer.
Budistler’in bir deyişi vardır, eğer yol üzerinde Buddha ile karşılaşırsan onu
öldür, bu eğer önceden yazılmış manevi bir metni izliyorsanız bunu gömün
anlamına gelir.” (s.55)
“Sürekli saf ve bozulmamış kalacak olan tek şey, çözmeye
başladığımızda kendi farkındalığımızdır. İyi ile kötü, kutsal ile küfür, biz ve
onlar arasındaki kavgayı devam ettirmek çok daha kolaydır. Ancak farkındalık
geliştikçe, bu zıtlıkların mücadelesi sakinleşir ve başka bir şey, içinde
kendinizi evinde hissettiğiniz bir dünya ortaya çıkar.” (s.58)
Bu inanılmaz heyecan vermektedir, çünkü eğer gerçek siz kafanızın içinde değilse, siz farkındalığın kendisi gibi, serbest bırakıldınız. Bu özgürlük sınırsızdır. Her şeyi yaratabilirsiniz, çünkü yaradılışın her bir atomunun içindesiniz. Farkındalığınız nereye gitmek isterse, madde izlemek zorundadır. Nihayet siz birinci gelirsiniz, evren ikinci.” (s.59)
“Bağlantısız olayları birbirine bağlayan bir akış vardır
ve siz bu akışsınız.” (s.61)
“Gerçeklikle bağı koparmak için bir anlık farkındalık
yeter. Gerçeklikte benin dışında hiçbir şey var olmaz. Bu küçük bilgiyi kabul
etmeye başladığınız anda yaşamın tüm amacı değişir. İzlemeye değer tek hedef
yanılgı ve yanlış inanışlar olmaksızın tamamen özgürce kendiniz olmaya
çalışmaktır.” (s.81)
“Kierkegaard Adler’in Tanrı’nın sesiyle konuşmadığına
karar verdi, ancak aynı zamanda iç seslerimizin nereden geldiğini kimsenin
bilmediğini gözlemledi. Bunları sadece kabul ederiz, tıpkı başımızı dolduran
sözcük akışlarını kabul ettiğimiz gibi.” (s.93)
“Aklınızı, kararınızın doğru mu yanlış mı olduğuna
takarsanız, tüm evrenin sizi biri için ödüllendirip diğeri için
cezalandıracağını varsayıyorsunuz demektir. Bu varsayım doğru değildir, çünkü
evren esnektir. Verdiğiniz her karara uyum sağlar. Doğru veya yanlış sadece
zihinsel üretimdir.” (s.97)
“Evrenin sabit bir gündemi yoktur. Siz herhangi bir karar
verdikten sonra evren bu karara göre çalışır. Doğru veya yanlış yoktur,
yaşadığınız düşünce, duygu ve eylemlere göre değişen bir olasılıklar dizisi
vardır.” (s.97)
“Kararlar, gövdenize, aklınıza ve ortamınıza belirli bir
yönde hareket etmesini söyleyen sinyallerdir. Daha sonra gittiğiniz yönü
beğenmeyebilirsiniz, ancak kararların doğru ve yanlışlığına takılmak hiçbir
yöne gitmemekle aynı şeydir. Kendinizin bir seçim yapan olduğunu unutmayın, kim
olduğunuz ise şimdiye kadar yaptığınız ve bundan sonra yapacağınız herhangi bir
seçimden çok daha fazla bir şeydir.” (s.98)
“Birçok insan için en güçlü dış etken başkalarının ne
düşündüğüne denk gelir, çünkü uyum sağlamak en az direnç gösteren yoldur. Ancak
uyum sağlamak ataleti kucaklamak gibidir. Toplumsal kabul benin en küçük
paydasıdır -bu ben kendine özgü bir kişi olarak sizi değil, toplumsal bir birim
olarak sizi ifade eder. Gerçekten kim olduğunuzu ortaya çıkarın; uyum sağlamak
aklınızdaki en son fikir olsun. Ya olur ya olmaz, ancak her iki durumda da
kendinizden şüphe etmezsiniz.” (s.102)
“Ne olursa olsun olasılıkları görmeye çalışın. Umduğunuzu
veya arzuladığınızı elde edemezseniz, kendinize, nereye bakmam gerekiyor, diye
sorun. Bu çok özgürleştirici bir tavırdır. Bir şekilde yaşamdaki her olay
sadece iki şeye neden olabilir: Ya sizin için iyidir veya sizin için iyi olanı
yaratmak için neye bakmanız gerektiğini ortaya koyuyordur.” (s.102)
Burada şarkı yaşam sevinci demekti, iyi veya kötü seçimlerden ayrı bir sevinç. Bunu kendinizden istemek yapması hem çok kolay hem zor bir iştir. Ancak yaşam ne kadar karışık olursa olsun, bunu aklınızdan çıkarmayın. Aklınızı özgürleştirme vizyonunuz olsun, bunu başardığınızda da sizi bir sevinç kaynağı karşılayacak.” (s.104)
Verilmiş hiçbir tek karar sizi şu anda bulunduğunuz noktaya getirmedi. Geri dönmeden önce birkaç yola göz atıp bir iki adım attınız. Bir çıkmaza varan bazı yolları ve bir kavşakta kaybolan bazı yolları izlediniz. Sonuç olarak tüm yollar diğerleriyle bağlantılıdır. O halde, yaşamınızın kaderinizi sağa sola sapmayan bir yola oturtan iyi ve kötü seçimlerden oluştuğuna dair sabit fikri bırakın. Yaşamınız farkındalığınızın bir sonucudur. Her seçim bunu izler, gelişmeye yönelik her adım da.” (s.105)
“Doğa verimi sever, gelişigüzel çalıştığı varsayılan bir
şey için bu tuhaf bir davranıştır. Bir topu bıraktığında, beklenmeyen sapmalar
yapmaksızın yere düşer. Birleşme potansiyeli olan iki molekül
karşılaştıklarında her zaman birleşir -kararsızlığa yer yoktur. Bu en az
enerjinin harcanışıdır ki buna en az çaba kanunu denir, insanoğlu için de
geçerlidir. Gövdelerimiz her hücrede devam eden kimyasal süreçlerin
verimliliğinden kaçamazlar, o hâlde aynı ilkeyle sarmalanmış olması mümkündür.
Neden ve sonuç sadece bağlantılı değildir; mümkün olan en verimli şekilde
bağlantılıdır. Bu fikir aynı zamanda kişisel gelişim için de geçerlidir. Herkesin kendi bilinç düzeyinde
elinden gelenin en iyisini yaptığı anlamındadır.” (s.110)
“Bilgelik, her sorunun cevaplandığı akıl düzeyiyle temas
halinde olmak demektir. Her ne kadar bilgelik müziğe, matematiğe veya başka
özel alanlara odaklamasa da dehayla bağlantılıdır. Bilgi alanınız yaşamın
kendisi ve bilincin her seviyedeki hareketidir. Bilgelik kendinizi akıllı, kendine
güvenli, sarsılmaz, ancak alçakgönüllü hissettirir.” (s.116)
“Korkusuzluk, tümden güvenlik anlamına gelir. Korku geçmişten gelen bir sarsıntıdır, kendimizi ait olduğumuz bir yerden ayrılıp incinebilirliğin ortasında bulduğumuz bir anı hatırlatır.” (s.116)
“Her birimiz birçok boyutta yaşıyoruz. Dikkatimizi neye
odaklayacağımızı seçebiliyoruz, bu odak nereye giderse yeni bir gerçeklik
açılıyor.” (s.152)
“Sezgi: Aklın yaşamın gizli mekaniğini anladığı bölge.”
(s.153)
“Varoluşunuzun her bir boyutunun kendi amacı vardır,
başka bir yerde mevcut olmayan bir tatmin düzeyi sağlar. Tamamen genişlemiş
farkındalıkta her boyuta erişilebilir.” (s.155)
“Yaşam taze kalmak zorunda. Kendini yenilemek zorunda.”
(s.165)
“Dört duvar çatıdan oluşan bir ev düşünün. Eğer ev
yanarsa, duvarlar ve çatı çöker. Ancak içindeki alan bundan etkilenmez. Bir
mimar getirip yeni bir ev tasarlatabilirsiniz, ancak yeniden inşa edince
içindeki alan hâlâ etkilenmemiştir. Bir ev inşa ederek sadece sınırsız uzayı
içerisi ve dışarısı şeklinde bölüyorsunuz. Bu bölme bir yanılgıdır. Eski
bilgeler gövdenizin de bu ev gibi olduğunu söylemiştir. Doğumda yıkılır,
öldüğünüzde yanıp çöker, ancak Akaşa ya da ruh uzayı değişmeden kalır; sınırsız
kalmaya devam eder.” (s.166)
“Her tekrar yaşantıyı aşama aşama soldurur, çünkü zaten
bildiğiniz şeye geri döndüğünüzde bunu ilk defa yaşamazsınız. Egonuzla ben,
beni, daha düzeninin aynı alışılmış yolları izlemesi konusunda yaptığınız
pazarlık kötü bir pazarlıktı -yaşamın zıttını seçtiniz- ki bu da ölümdür.
Teknik konuşursak, pencerenizin dışındaki ağaç bile
geçmişten bir imgedir. Onu gördüğünüz ve beyninizde işlediğiniz anda ağaç
çoktan kuantum düzeyinde ilerlemiştir, evrenin titreşen dokusuyla birlikte
akmaktadır. Tam olarak sağ olmak için, kendinizi deneyimlerin doğduğu yersiz
alana enjekte etmelisiniz. Dünyadaymış gibi yapmayı bırakırsanız, baştan beri
ruh denilen süreksiz, yersiz bir yerden yaşadığınızın farkına varırsınız.
Öldüğünüzde aynı bilinmeyene gireceksiniz ve o anda şimdiye kadar yaşıyor
hissetmediğinizi anlama şansınız olacak.” (s.169)
“An içinde yaşamanın erdemini öven kitaplar yazılır. Bu
çok mantıklıdır, çünkü aklın yükü geçmişten gelir. Bellek tek başına
ağırlıksızdır, zaman da öyle olmalıdır. İnsanların “şimdi” dediği şey aslında
zamanın psikolojik bir engel gibi ortadan kalkışıdır. Engel kaldırıldığında,
geçmiş veya gelecek size yük olmaz-farkındalık halini bulursunuz. Zamanı
psikolojik bir yük yapan şey bizleriz.” (s.196)
“Kendilerine zaman ayıran insanlar dış taleplerin daha az
olduğu yalnızlığın sakinliğini ararlar. Doğal haliyle zihin dış uyarılar
ortadan kalkınca tepki vermeyi bırakır. Bu tıpkı akışın yavaşladığı bir derinlik
bulmak için nehrin yüzeyindeki dalgalardan kaçmak gibidir. Şu an bir tür tembel
dairesel akış gibidir. Düşünceleriniz harekete devam eder, ancak sizi ileri
itekleyecek kadar ısrarcı değillerdir.
Son olarak sakinliği, hareketten daha çok seven birkaç insan
vardır, bunlar suyun akmayı bıraktığı, dalabilecekleri en derin, yüzey
dalgalarının ulaşamadığı en sakin noktaya dalarlar. Bu kımıldamayan merkezi
bulunca da kendilerini azami dış dünyayı asgari yaşarlar.” (s.199)
“Kişiliğiniz ateşlice kendine tutunan karmasal bir biçimdir.” (s.216)