21 Mar 2021

Swami Dayananda - Bhagavad Gita'nın Öğretisi

“Vedanta’da kullanılan mantık şudur: sebep her zaman sonucun içinde saklıdır. Eğer sebep yoksa sonuç da yoktur. Sebep gerçek, sonuç ise onun yansımasıdır. Bu durumda, sonucun asla bağımsız bir varlığı yoktur ve sebebe bağımlı olarak mevcudiyet bulabilir. Yazıtlar çerçevesinde eğer bir şeye “Gerçek değil” derseniz, bu “O yoktur” anlamına gelmez. Gerçek olmayan, “değişime tabii olan” demektir.

İşte bu nedenledir ki, yazıtlarda “Dünya gerçek değildir” diye geçer. Söylemek istediği şey dünyanın olmadığı değildir, dünyanın geçici ve değişken olduğudur.

Sebebi kendinde saklı, öncül bir sebep olmalıdır. İşte o sebepsiz sebebe Brahman ya da nihai gerçek ismini veririz. O nihai gerçekten ya da Brahman’dan bu Dünya ortaya çıkmıştır, tıpkı örümceğin ağının örümcekten çıkması ya da toprak bir testinin kilden üretilmesi gibi. Eğer kili ortadan kaldırırsanız geriye testi kalmaz. Bu durum şunu gösterir: testi kilin farklı isim ve biçimle tezahüründen başka bir şey değildir. Bu durumda, kil gerçektir, testi ise gerçek değil yani varlığı toprağa bağlıdır. İşte, aynı kil ve toprak örneğindeki gibi Dünya da varlığını Brahman’a, nihai gerçekliğe bağlı olarak kazanır. Dünya’nın kendinden menkul, bağımsız bir mevcudiyeti yoktur.” (s.8)

“Her zihin bir savaş alanıdır.” (s.11)

“Bir kişi bir şey istediğinde, gerçekte istediği şey o nesne değildir. Daha ziyade, o nesneyi elde ettiğinde daha farklı birisi olmayı ümit eder.” (s.14)

“Düşününce görürüz ki, kişinin hayatı boyunca peşinden gittiği tüm arayışlar iki kategoriye ayrılır: bir şeyi elde etmek için çabalamak ya da bir şeylerden kurtulmak için uğraşmak. Sanskrit dilinde sırasıyla buna pravritti ve nivritti denir. Savaş sırasında ordunun ilerlemesi pravritti iken, düşmandan geri çekilme nivritti’dir.

Kişinin rahata ermek adına yaptığı şeyler, kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Bazı insanlar başkasının sahip olmaya can attığı bir arabadan kurtulmaya çalışır. Kişinin sahip olmaya ya da elden çıkartmaya çalıştığı şey sahip olduğu değerlere bağlıdır. Ortak olan şey ise herkesin bir şeye sahip olmak ya da bir şeyi elden çıkarmak istemesidir. Bir kişinin arzuları sürekli değişir -bir zamanlar arzulanan şey bir süre sonra arzulanmayabilir- ancak yine de sruti’nin ta kendisi hiç değişmez: istiyorum, istiyorum, istiyorum.”” (s.14)

“Hayat istemek ve yetersizlik gerilimi arasında yaşanır. Başka birisinin birçok rahatlığa ve kolaylığa sahip olduğunu görünce onun mutlu olduğunu düşünebilirsiniz. Bu durum, sizin onu sahip olduklarıyla değerlendiriyor olmanızdan kaynaklanır. Hiç kimse aslında gerçekten mutlu değildir. Sahip olmak ve sahip olmamak arasındaki tek fark sahip olanlar bu nesneler ile mutsuz ve sahip olmayanların ise bu nesnelersiz mutsuz olmalarıdır. Herkes, sadece var olduğu halinden farklı olmayı istemektedir. Bu durum, her insanda mevcut, ortak bir sorundur.

Bu meseleyi çözmek hayatın amacıdır. Kişi bu soruna duyarsız kalamaz. Hayattaki deneyimler bize, istediklerim bunlar değildi, ben kendimle barışık olmak istiyorum. Bunu nasıl keşfederim diye düşündürür. Sorun teşhis edildiğinde ise, kişi nereye bakması gerektiğini çok iyi bilir ve hayat anlam bulur. İşte o zaman, hayat yaşamaya değerdir.” (s.16)

“Peki, Arjuna’nın peşine düştüğü sreyas nedir? Sreyas, herkes tarafından aranan nihai amaçtır, herhangi bir eksiklik ve rahatsızlık hissinden azat olmak, tam ve tatmin bir kişi olmanın keşfidir. Sreyas, genelde çevrildiği üzere  sadece “birisi için iyi olan şey” demek değildir, herkesin bilinçli ya da bilinçsiz olarak aradığı nihai iyiliktir.” (s.32)

“Tüm arayışlarımızda üç şeyden özgürleşmeyi arıyoruz: keder, ölüm ve cehalet.” (s.36)

“Yasla dolu birini teselli etmeye çalışırız çünkü onun kederli olmaması gerektiğini düşünürüz. Acının ne bize ne de diğerlerine hiç dokunmamasını isteriz çünkü kederin ve acının doğamıza yabancı olduğunu fark ederiz. Öte yandan, mutlu olan birisini teselli etmeyiz, tam tersine onun mutluluğunu kutlarız. Mutluluğun doğamıza uygun olduğunu biliriz.

Eğer keder ve acı gerçekten bizim bir parçamız değilse ve sadece mutluluk bize aitse neden mutluluğu kendimizin sışında arıyoruz? Arıyoruz çünkü onun nerede olduğunu bilmiyoruz. Kayıp bir anahtarı aslında sonunda kendi cebinde bulan birisi gibi, kendi doğamız olan mutluluğun eksikliğini çekiyor ve onu dışarıda, başka yerlerde arıyoruz.

Hindistan’ın küçük bir köyünde yaşayan bir adam bir gün pazar yerine gitmiş ve beş eşek satın almış. Geldiği köy, Pazar yerinden çok uzak olduğu için, en güçlü eşeğinin üzerine binmiş ve diğer eşekler de onu takip ederken köyüne doğru yola koyulmuş. Evine yaklaştığında diğer eşeklerin hala onu takip edip etmediğinden emin olmak istemiş. Geriye dönüp sayınca birden fark etmiş ki sadece dört eşeği kalmış. Yolculuk boyunca daha dikkatli olmadığı için kendisine kızmış ve evine üzgün bir şekilde varmış. Tam eşekten ineceği sırada onu karşılamaya gelen karısına “Çok mutsuzum, beş eşek satın aldım ancak bir şekilde bir tanesini yolda kaybettim” demiş. Karısı ona bakmış ve “ Haklısın, burada beş eşek yok, altı eşek var” demiş. Benzer şekilde, aradığınız şey sizinle iken eğer onu fark etmezseniz o zaman onu gerçekten kaybeder ve arama üzere peşine düşebilirsiniz. İşte böylesi bir arayış gerçek değildir, yersizdir; arayış, ancak ve ancak aradığınız şeyin her zaman sizinle olduğunu bildiğinizde çözülebilir.” (s.38)

“Sen, bilensin. Bilinebilir her şeyden farklısın. Senin doğan sadece, farkındalıktır.” (s.51)

“Eğer mutlu bir anı incelersen, hoşlandığın herhangi bir şeyin sende hoş bir zihinsel hal oluşturduğunu fark edersin. Bir şeyi arzuladığında, zihin huzursuz olur ve arzulanan nesne elde edildiğinde huzursuzluk çözülür ve zihin tatmin olur. Keşfettiğin mutluluk işte bu tatmin olmuş, boş zihinsel halden gelir, herhangi bir nesneden değil. Sende hoş bir zihin yaratabilen insanlar, durumlar ve nesneler senin sevdiklerin olurlar. Geçmişine, değerlerine ve yetiştirilme biçimine göre her nesne bunu getiremez, sadece belli başlı nesneler ve bireyler bunu gerçekleştirebilir. Hissettiğin mutluluk her ne kadar sana yakın olursa olsun aslında insanlardan ya da nesnelerden gelmez. Mutluluk sadece hiçbir şey arzulamayan, tatmin olmuş bir zihinde tezahür edebilir; çünkü Öz, mutluluğun kaynağıdır. Güzel bir şey gördüğünde ya da hoş bir şarkı duyduğunda hissettiğin sevinç senin doğanın bir ifadesidir ki bu sınırsız mutluluk olan Sen’in sadece bir zerresidir.” (s.54)

“Kişi, zihin tarafından üretilen tüm arzuları terk ettiğinde ve onlardan azat olduğunda, Öz içerisinde ve Öz’ü ile tatmin kişiye bilge ve sağlam kişi denir. Ateşin herhangi bir sebepten değil de sadece doğasından ötürü sıcak olması gibi, bilge kişi de herhangi bir sebepten değil sırf doğası mutluluk olduğu için mutludur. Bilge kişi, Öz’ün, mutluluğun kaynağı olduğunu bildiğinde hiçbir şeye ihtiyacı kalmaz, işte bu bilgi ile tüm arzulardan arınır.” (s.56)

“Tıpkı bir okyanus gibi, bilge kişinin yüreği de her zaman tam ve yeterlidir. Dünya onu önemsese de önemsemese de, istediği şeyi elde etse de etmese de mutludur; tamlığı herhangi bir şeyin gelip gidişine bağlı değildir. Tam tersine, mutluluğu nesnelere bağlı olan kişi istediğini elde edip etmeyişine bağlı olarak memnun ya da mutsuz olacaktır. İşte böylesi bir kişi küçük bir gölcük gibidir, üzerine yağan yağmurlar durduğunda kurur ya da sağanak altında yaşar.” (s.57)

“Bilge kişi mutluluğu için hiçbir şeye bağlanmaz ve böylece dünyada korku ve bağımlılık olmadan hava gibi hafif yaşar.” (s.57)

“Kendisinin tam olduğu gerçeğini ayırt etmiş kişide, onu aşağı çeken herhangi bir duygu olamaz; çünkü tamlık ile hiçbir şey kıyaslanamaz.” (s.58)

“Sadece eylemin üzerine seçim hakkına sahipsin, sonuçları üzerinden hiçbir tercih hakkın yok.” (s.71)

“Herkesin en çok ihtiyaç duyduğu şey özgürlüktür. Mutluluğumuz için herhangi bir insana ya da nesneye bağlanmak istemeyiz. Nesnelere ve kişilere, kendi mutluluğu için bağlanmaya samsara denir. Salt nesnelerin mülkiyeti samsara esaretini, bağımlılığını yaratmaz, ancak herhangi bir şeyin yokluğu sizi mutsuz ediyorsa işte o zaman esaret altındasınız demektir. Eğer bir şeyi kasıtlı olarak bırakır ancak yine de mutluluğunuzun ona bağlı olduğunu hissetmeye devam ederseniz acı çekersiniz ve o taktirde bir samsari’sinizdir, sannyasi değil.” (s.89)

“Sannyasa, bütünüyle terk eden anlamına gelir. Bütünüyle terk etmek ya da vazgeçmek ne demektir? Hangi bakımdan sannyasa, nyasa’dan farklıdır? Eğer kişi gurur ya da acı nedeniyle bir şeyi terk ederse, o zaman söz konusu terk nyasa olur. Ancak kişi bir şeyi bıraktığında herhangi bir eksiklik ya da rahatlık duygusuna artık sahip değilse işte o zaman sannyasa’nın keyfini çıkarmaya başlamış demektir.

Nyasa’yı tanımayan kimse var mıdır? Eğer ergenliğe girmiş bir çocuğun babası artık bilye oynamak için büyüdüğünü, bilyeleri bırakması ve onun yerine kriket oynaması gerektiğini söylerse çocuk bilye oynamayı bırakabilir. Kendi küçük kardeşlerine tüm bilye koleksiyonunu da verebilir. Ancak o, bir bilye nyasi’dir, sannyasi değil, çünkü hala oynamaya karşı bir hevesi vardır; diğer çocuklar bilye oynarken onları gördüğünde durup izlemeye başlar. Krişna, bu konuda önceki bölümlerde şöyle der: duyu nesnelerinden vazgeçen kişi için nesneler ortadan kalkabilir ancak (onlara dair) tat hala devam etmektedir.

Ertesi gün, çocuk bilye oynayan diğer çocukların oyun oynadıkları yere gitmekten kaçar, çünkü onları izlemenin sadece oyun oynama arzusunu arttıracağını bilir. Böylesi bir yaklaşım sannyasa değil nyasa’dır, çünkü çocuk vazgeçtiği şeye karşı özlem ve isteği hala içinde taşımaktadır.

Ancak, çocuk yaşlanıp da bir büyükbaba olduğunda torunları bilye oynamasını istediğinde içinde herhangi bir tereddüt yaşamaz. Neden? Çünkü bilye oynamaya karşı artık içinde bir heves ya da özlem yoktur, dolayısıyla da bilyenin yokluğunda  herhangi bir üzüntü olmaz. Bilyelerle ilişkisi açısından artık bir nyasi değil sannyasi’dir.” (s.89)

“Herhangi bir şeye karşı ne nefret ne de özlem duyan kişiyi sen her zaman sannyasi diye bil. Bileği kuvvetli Arjuna, gerçekten de karşıtlıklardan (sevinç ve keder, acı ve haz vs.) özgür olan kişi kolaylıkla esaretten özgürleşir. Çocukluk oyunlarının cazibesi bittiğinde artık sen bir bilye-sannyasi’sin. Kendinizi tam ve özgür, mutluluğu hiçbir şeye bağlı olmayan bir varlık olarak fark etmeniz sizi sannyasi yapacaktır.” (s.90)

“Sannyasa yani terk etmek, bırakmak ne zihinsel ne de fiziksel bir eylemdir. Sabit ve odaklı bir zihin gerektirir ancak psikolojik bir hal değildir. Terk etmek, Ben’in hakikatinin eylemsizlik ve Öz’ün fiziksel, algısal, zihinsel tüm eylemlerden azade olduğunu bilmektir. Öz’ün herhangi bir eylemde bulunamayacağını bilen kişi, fiziksel olarak eylemde bulunsa bile azat olmuştur, o artık bir sannyasi’dir.

Ancak sannyasa da eylemden ziyade tefekküre, kendi özüne dönmeye dayalı bir yaşam tarzı vardır. Zihin tefekküre müsait olunca eylemde bulunmak adına herhangi bir arzu taşımaz ve kişi Öz’ün sorgulanması ile meşgul olabilir. Ancak ve ancak böylesi bir zihin özgürlüğü keşfedebilir.

Bu nedenle, Krişna sannyasa’yı tepkisellikten ziyade vakur, olayları açık bir şekilde görebilen, yargılamadan gözlem yapabilen, kendi halinde gülümseyebilen ve galeyana hemen gelmeyen, tefekküre meyilli bir zihin geliştirmesi gerektiğini vurgular. Ancak ve ancak böylesi bir zihin tefekküre ve öğrenmeye müsait olacaktır.” (s.92)

“Krişna şöyle der: Karma yoga, tefekkürde, kendi özüne dönme sürecinde ustalaşmak isteyen ve doğruyu yanlıştan ayırt edebilen birisi için araçtır; terk etmek ise tefekkürde zaten ustalaşmış kişi için araçtır.” (s.93)

“Deneyim Bilgi Değildir

Terk etmek, bırakmak aslında hiçbir zaman değişmeyen, tam ve eksiksiz olan kendi doğamızı tanımaktır. Bu hakikatten uzak kalmamıza neden olan cehalet ve hatayı sadece Vedanta öğretisi giderebilir. Sevinç ya da tamlık gibi pek çok deneyime sahip olabilirsiniz, ancak deneyim size sat-cit-ananda, Varlık-Farkındalık-Tamlık olduğunuz hakikatini vermez. Sşzş öylesi deneyimlere sevk eden koşulları yaratmaya daha çok çalışmalısınız. Hepimiz mutluluğun ne demek olduğunu deneyimlerimiz sayesinde biliyoruz, ancak her birimiz o hiç bitmeyen daimi mutluluğu arıyoruz. Hali hazırda var olan zihin çerçevemiz ile yargıladığımız bazı standartlarımız var. Daha tatmin edici deneyimler istediğimizi söylüyoruz çünkü deneyimlerin en tatminkârı o derin sevinci tanıyoruz. Özellikle çok güzel bir şey keşfettiğinizde, zihniniz bir an için arınır ve mükemmel sevincin tadını alırsınız. O andan itibaren diğer tüm deneyimleri onunla kıyaslarsınız ve o deneyim bir standart olarak kalır. İlelebet sürecek o mutluluk deneyimini gerçek kılacak araçları aramaya başlarsınız. Peki, söz konusu o mutluluğun kaynağı nedir?” (s.94)

“Doğruyu yanlıştan ayırt etme yetisi yani zekâ bahşedilmiş kişi, zihni adım adım çözümleyip ayrıştırır. Zihni, Öz içerisinde ikamet eden kişi, artık hiçbir şey düşünmez. Düşünmenizi gerektiren hiçbir şey yok. Şu ana kadar yeterince düşündünüz. Sadece kendinizin saf sessizlik olan biçimsiz, şekilsiz Farkındalık olduğunu takdir edin. Aniden bir rahatlama gerçekleşecek. Sessizliği düşündüğünüz zaman, sessizlikten başka bir şey olamazsınız. İşte, Krişna’nın Arjuna’ya öğrettiği meditasyon budur.” (s.100)

“Hepimiz özgür olmak istiyoruz. Eğer özgürlük erişilebilir bir şey ise, Krişna Arjuna’ya özgürlüğün kendinden başka hiçbir yerde olamayacağını söyler ki bu durumda özgürlük zaten kişinin ta kendisidir. Elde edilen herhangi bir kazanç kişiye özgürlük veremez, çünkü her kazanç bir miktar kaybı da içinde barındırır. Krişna Arjuna’ya: “Sen, bu beden zihin bileşiği değilsin, çünkü bu bileşik senin tarafından biliniyor. Sen öznesin, her tür bilgi nesnesinden farklısın. Sen biçimsiz Farkındalık’sın ve bu sebeple mekânda ya da zamanda hiçbir kısıtlamaya tabii değilsin.” (s.102)

“İnanç, herhangi bir bilgi elde etmeden önce sahip olunan bir yargıdır ve sorgulama ile doğrulanmaya tabiidir. İnanç bilgiye dayanmaz, bu nedenle her zaman sarsılabilir. Sarsılamayan inanç, inanç değil bilgidir.” (s.104)

“Öz’ün bilgisine sahip olan kişi hayatında iniş çıkışlar ya da geliş gidişler deneyimlemez. Bilgelik denge getirir.” (s.127)

“Zihnin saflaştırılması terimini sıklıkla duyarız. Bu ne anlama gelir? Zihnin saflaştırılması, zihinde oluşan hoşlandım-hoşlanmadımlar nedeniyle oluşan tepkilerin ortadan kaldırılması anlamına gelir. Herkes bu ikilik haline fazlasıyla sahiptir. İnsanlara seçim yetisi verilmiştir; doğa bizi belli şekillerde eylemlerde bulunmaya programlamamıştır. Özgür irademizi kullanarak, hoşlandıklarımızı ve hoşlanmadıklarımızı süreç içerisinde seçerek tercihlerde bulunuruz.

Kişi olgunlaştıkça, eğitim, kültür ve medeniyet daha ince ayarda hoşlanma ve hoşlanmamalar yaratır. Bazen insanlarda hoşlandım-hoşlanmadımlar daha kaba nitelikte iken diğerlerinde daha hassas ve ince olabilir. Şairler, sanatçılar ve bilim adamları daha yüksek seviye bir hassasiyete sahiptir çünkü onlar sıradan bir gözlemciden daha fazla gören gözlere sahiptir. Bu hassasiyet bir sorun oluşturabilir, çünkü kişi hassaslaştıkça hoşlanma ve hoşlanmamaların gücüne karşı korumasız kalarak, incinebilir. Böylesi kişilerin kederlenmesi için bir faciaya gerek yoktur; eğer hassasiyetleri dayanıklılıkları ile desteklenmiyorsa hava durumunda oluşan en küçük bir değişiklik bile düşünmelerine neden olabilir. Eğer kişi hassas ise bir şeyler tam olarak kendi istediği gibi olmadığında tepkilerini sönümleyecek bir yastığa ihtiyaç duyar. Böylesi bir yaklaşım ve anlayış yastığı ile desteklenmeyen bir zihin güçlü olamaz.” (s.128)

“Krişna bilginin elde edilmesinde gerekli yirmi değer sayar. Analiz edildiğinde her bir değerin bizi tek bir değere götürdüğü görülür: kendini, kendinde tutacak, sakin ve dengeli bir zihne sahip olmak.” (s.149)

“Kibirden muaf, yapmacıksız, zarar vermeyen, uyumlu, dürüst, öğretmenine hizmette kusur etmeyen, saf ve duru, azimli ve sebatkâr, nefsi üzerinde kontrol sahibi, duyu nesnelerine karşı kayıtsız ve tutkusuz, bencillikten uzak, doğum, ölüm, yaşlılık, hastalık ve acının getirdiği sorunların farkında, mülkiyet hissinden azade, oğluna, eşine, evine vs. tutunmadan, bağımlı olmadan özen gösterebilen, istediği ve istemediği her şeye eş zihinsel tutum içerisinde yaklaşabilen, Tanrı’ya adanmış, sessiz yerlere çekilip sükûnet içerisinde kalabilen, yanına eşlik edecek birisini sürekli aramayan, Öz’ün bilgisini veren yazıtları düzenli olarak çalışan, Öz’ün hakikatini görebilen kişi bilgiye erişebilir. Tüm bunlar, bilgiye erişmek için gerekli araçlardır ve hepsinin karşıtında ise cehalet vardır.” (s.150)

“İnsanlar farklı mizaçtadır. Eğer onları olduğu gibi kabul ederseniz santi, huzur içerisinde olursunuz. Eğer onların sizin istediğiniz gibi değişmesini isterseniz hayal kırıklığına uğrarsınız. Herkesin kendi yaradılışı gereğince sorunları vardır; istediğiniz değişim onlar için mümkün olmayabilir. Eğer bunu anlayabilirseniz, insanlarla ilgili sorunlarınızın yüzde doksanı çözülebilir. Kalbinizin rahat ve geniş olması gereklidir, o kişiyi olduğu gibi kabul edin. Eğer birisinin değişmesine yardım edebiliyorsanız, yapın; ama eğer yapamıyorsanız, sadece onun iyiliği için dua edin. Dünya ikinize de yetecek kadar büyüktür, neden kalbinizi sıkıştırıyorsunuz?” (s.152)

“Samacittatvan zihnin sükûneti, dinginliğidir. İyi ya da kötü, başarı ya da yenilgi neyle karşılaşırsanız karşılaşın dengede kalmak yani kısacası karma yoga yaklaşımını korumaktır. Zihnin bu sükûnetine, dinginliğine yoga denir.” (s.154)