“İnsan her zaman taşıdığı ben tarafından telef edilir:
Bir isme sahip olmak kesin bir yıkılma biçimine talip olmaktır.” (s.9)
“Kuşkusuz her şey bilinçlerimizde bozulup çürüyor: Boşluk
bile kirli orada.” (s.38)
“Hiçbir dış etki sizi zorlamadığı halde, hiçbir yere ait
olmamak kolay değildir. Mistikler bile ancak korkunç çabalar pahasına arınmaya
varır. Kendini dünyadan söküp çıkarmak, ne yaman bir yok olma uğraşı!” (s.55)
“Umutlarınızı yoldan çıkarmak arzusunda değilim: Yaşam
üstelenecek bu işi. Herkes gibi siz de bozgundan bozguna geçeceksiniz.” (s.92)
“Kuşku, onu çürüten ya da onunla savaşan her şeyle artar;
başka bir hastalığın içindeki hastalıktır bu, takıntı içinde bir takıntıdır.
Dua ediyorsanız, duanızla aynı düzeye çıkar; sayıklarsanız, tümüyle buna
öykünüp bunu gözetecektir; bir baş dönmesinin ortasında, baş döndürecek şekilde
kuşkulanacaksınız.” (s.95)
“Ne zaman ki bir takım şeylere önem verdiğimi görsem
kendi kafamı suçlarım, ona güvenmem ve bir zayıflıktan, bir bozukluktan
kuşkulanırım. Kendimi her şeyden kurtarmaya, kendimi kökümden sökerek
yükselmeye çalışıyorum; beyhude ve yararsız olmak için, köklerimizi kesip
atmalı, metafizik yabancılar haline gelmeliyiz.” (s.95)
“Hiçlik beni sardığında ve, Doğulu bir söze göre
“boşluğun boşluğuna” ulaştığımda, böyle bir aşırılıktan yıldırım çarpmış gibi,
son çare olarak Tanrı’ya başvurduğum olur, bu ancak kuşkularımı ayaklar altına
alma, kendimle çelişme ve ürpertilerimi çoğaltarak, orada bir uyarıcı arama
arzusundan olsa bile. Boşluk deneyimi inançsızın mistik eğilimidir, yalvarma
olanağıdır, onun doluluk ânıdır. Sınırlarımızda, bir Tanrı çıkıverir ortaya, ya
da onun yerini tutan bir şey.” (s.97)
“Derinliklerle ilişkisini kesmeyen, onlarla düşüp kalkan
kişide bir saygı uyandırmıyor “gizem”, ondan hiçbir şekilde söz etmez, ne
olduğunu da bilmez; orada yaşar... İçinde devindiği gerçeklik ondan başkasını
kapsamaz; daha aşağı ve ötede hiçbir alan yoktur; o, her şeyin aşağısında ve
her şeyin ötesindedir. Aşkınlıktan usanmış, zihinsel işlemlerin ve onlara bağlı
yükümlülüklerin üstündedir, dayanağı sonu gelmez ilgisizliğidir... Ne din, ne
metafizik karıştırır kafasını; dipsizlikteyken neyin dibini bulacak ki?
Doymuştur kuşkusuz? Ama hâlâ var olup olmadığını bilmez.” (s.173)
“Bahara özgü bir yok olma, yıkımdan daha çok bir sona
ermedir ölüm, bizzat kendimizin üstüne daha iyi çıkalım diye döndürür başımızı;
aşk da öyledir, bir çok yönden akrabadır ölümle: İkisi varoluşumuzun
sınırlarını parçalayacak derecede zorlar, bizi darmadağın edip güçlendirir,
bütünlük diye bin dereden su getirip yıkıntıya çevirirler. Birbirinden ayrılmaz
olduğu kadar birbirine de indirgenemez olan öğeleri temel bir muğlaklık
oluşturur. Evet, bir noktaya kadar, aşk yoldan çıkarır bizi, nice genişleme ve
gurur duyguları arasında! Keşke ölüm de nice ürpertilerle öyle çıkarsa bizi
yoldan! İçimizdeki insanı bu duygularla, bu ürpertilerle aşarız, ben’in
kazalarını da.” (s.186)