28 Nis 2017

Barış Bıçakçı * Behçet Çelik * Ayhan Geçgin - Kurbağalara İnanıyorum


“Pastane hüznü diye bir şey var mı? Olmaz olur mu, der Behçet ve hemen yedi çeşit hüzün daha sayar, mekânların insanlara hissettirdiği...” Barış Bıçakçı (s.6)

“Edebiyat okurluğu da yazarlığı da bir tür yalnızlığı gerektiriyor. Okuduğumuz, yazdığımız metin ile baş başayız. Böyle olmalı. Ama bir de benzerini aramak diye insani bir güdü var: Metinden başımızı kaldırıyoruz, başka insanlara metin ile kurduğumuz ilişkinin ışığında bakıyoruz. Benzeyen, benzemeyen yanlarımızı görüyoruz.” Barış Bıçakçı (s.7)

“Benim varmaya çalıştığım yer galiba güzel ama hiçbir işe yaramayan cümleler ile dolu bir yer. Kullanılamayacak kadar güzel cümleler yazmak istiyorum. Yani anlamak, keşfetmek, bilmek çabası sanki daha sonra geliyor. Bu da bir tutarsızlık.” Barış Bıçakçı (s.16)

“Her şey bizim için apaydınlık olsaydı, ne demeye yazmakla uğraşalım. Hatta, her şey apaydınlık olsaydı, sıkıcı gelmez miydi bize, yaşamak ister miydik her şeye vâkıf olduğumuz bir dünyada? Edebiyatta olduğu gibi merak unsuru hayatta da geçerli belki de. Edebiyatı bu karanlığı bertaraf etmek ya da  az biraz, ucundan kıyısından aralamak için bir yol, bir yöntem olarak mı düşünüyoruz? Ya da karanlığın farkına varmak ve vardırmak için mi?” Behçet Çelik (s.16)

“Yazarken yarattığımızı düşündüğümüz dünya bizim yaşadığımızdan çok farklı; kelimelerden oluşmuş bir dünya bu ve biz bu dünyada ikamet etmiyoruz.” Behçet Çelik (s.17)

“Yaşadığımız dünya ile yazdığımız dünyanın pek alakası yok, bu ikisi arasında gidip gelen, koşturan kişi(yazar), çok zaman her iki dünyanın da dışında kalmak durumunda, ama belki de bu sayede bambaşka bir mesafeden bu iki dünyaya da bakma imkânı var elinde.” Behçet Çelik (s.18)

“Yaratıcımız da kendi evreninde olan biteni kavrayabilmek için bizim dünyamızı yaratmış olamaz mı?” Behçet Çelik (s.21)

“Dünyayı yeniden somut bir dünya olarak bize sunuyor belki de edebiyat. Dünyaya dünyayı geri vermiyor elbette, bize yeni bir dünya veriyor.” Behçet Çelik (s.29)

“Edebiyat, madem bize yeni bir dünya veriyor, işin içinde biz de varız, dünyamız da var. O kurmaca dünyayla yaşadığımız dünya arasındaki geliş gidişler de edebiyata dahil. Belki de o imkansız düşü –dünyaya dünyayı geri verme düşünü- koruduğumuz için.” Behçet Çelik (s.30)

“Edebiyatın aynı zamandabir duygusal eğitim olduğuna inandığımı daha önce söylemiştim size. Kurmaca dünya, bize sadece yaşadığımız dünyaya tahammül etme gücü vermiyor, aynı zamanda onu anlama ve dolayısıyla değiştirme gücü de veriyor.” Barış Bıçakçı (s.37)

“Başkalarından önce kendime kabul ettirmeye uğraşıyordum kendimi. Bu duygunun geride kaldığını umuyorum. Yine de yazmaktan uzak durmuyorum. Niye? Galiba, kurmacanın hayata nüfuz etme ihtimalinden umudu kesmediğim için bu kez de.” Behçet Çelik (s.40)

“Çok fazla ses olması, kulaklarımızı korumamız gereği bahsinde birden şunu kavradım: Ben kulaklarımı çoktan dış dünyaya kapatmışım. Kendi küçük dünyamın duvarlarında yankılanan seslerle meşgulüm. Kendimi tekrar etmem de bu yüzden belki.” Barış Bıçakçı (s.56)

“Sınıfsız toplum ütopyasının en heyecan veren yanlarından biri, bence iş bölümünün ortadan kalkmasıyla sanatçının da silinecek olması; ama bu aynı zamanda herkesin de sanatçı olması anlamına gelecek – o gün ona sanat denmeyecek olsa da. Sanatçı denen varlık bunun da mücadelesini vermiyor mu?” Behçet Çelik (s.67)

“Kapitalizm yaratıcı değildir, yalnızca yaratıcı enerjilerden beslenir.” Ayhan Geçgin (s.69)

“Yazı, bir hayatın olduğundan daha hızlı geçmesine yol açabilir. Dolayısıyla, bir ömrün çok daha önce bitmesine neden olabilir. Böyle koyarsak, yazar için vaktinden önce ölen kişi, dememiz gerekir.” Ayhan Geçgin (s.100)

“Bir süredir hem iç dünyamın, hem de gezegenimiz dünyanın karanlığı, boğuntusu çok koyulaştı, kalem kuvvetiyle gerçekliği eğip bükerek bu koyuluğu seyreltmeye çalışmak dışında ne yapılabilir, diye soruyorum kendime. Okuyoruz ve yazıyoruz: Aynı anda hem bildiğimiz gerçek dünyanın tam içindeyiz hem de ayaklarımız bambaşka var olmayan dünyalara sağlam basıyor. Böyle bir ikili duyuşu, düşünüşü mümkün kılan bir zihnimiz olmasaydı ya da biz zihnimizi böyle bir duyuşu ve düşünüşü mümkün kılacak biçimde geliştirmeseydik yaşadığımız dünyadan bir şey anlamazdık. İnsandan bir şey anlamazdık.” (s.204)