“Vişnenin cinsiyeti aslında meyvelere dair değil. Daha
önce hiç görülmemiş ama özlemi çekilen, hayali kurulan şeylere dahil. Yaşamı
yolculuk ve riziko olarak görmeye dair. Alabora olma ve kurtarılmaya dair.”
(s.5)
“Bellek ve belleğin yaşanmışlıkla ilişkisiyle meşgul
kafam. Bu nedenle zaman kaymaları kullanıyorum. Ne kafamız saat gibi çalışır ne
de rüyalarımız. Yapay, kullanışlı ve keyfi bir zaman içinde yaşamaya
zorlanıyoruz. Buna karşı gelen ise gerçek zaman duygumuz – doğal ritim,
mevsimsel değişimler, uyumak, uyanmak, kalp atışı, geçmiş. Her bir saatin başka
bir saat uzunluğunda olmadığını biliyoruz. Günlerimizin ölçüsü bir örnek ama
yaşadığımız gerçek zaman bu değil. Hatırladığımız da bu değil.” (s.6)
“Kendi hayatma baktığımda, hayal gücünün yaşanmışlığa
karşı zafer kazandığını görüyorum.” (s.7)
“Jordan küçükken kağıttan kayıklar yapar, ırmakta
yüzdürürdü. Bu yolla rüzgarın yelkeni nasıl etkilediğini öğrendi ama aşkın bir
yüreği nasıl etkilediğini öğrenemedi. Sabrını aşan tek şey umuduydu.” (s.24)
“Bir kere aşık oldum –aşk dedikleri şey bizi doğruca
cennetin kapılarına götüren, aynı anda o kapıların sonsuza dek kapalı olduğunu
gösteren zulümmüş meğerse.” (s.43)
“Yeryüzünde kurşundan kalkanlar içinde bulunuyoruz ve
sevdiğimizin varlığını, çok uzakta değilse bile, dokunamayacağımız kadar uzakta
her an hissediyoruz.” (s.49)
“Duygusal içeriği olmayan şehvet bir süre sonra insanın
içine afakanlar bastırır.” (s.50)
“Rüzgardan savrulan ağaçlar gene de güneşe doğru
dönerler; o da yaşamını bana doğru döndürse olmaz mıydı?” (s.61)
“O kadını sevdiğini itiraf etti ama beni de seviyormuş.
Bu sözü gerçek dile çevirdiğinizde, her şeyi istiyorum anlamına gelir. Gerçek
dile çevrildiğinde, ne yapacağımı bilemiyorum, bana biraz zaman tanı anlamına
gelir. Neden, neden zaman tanıyayım sana? Sen bana ne türlü bir zaman
tanıyorsun? Ben idam hücresinde bekleyen biriyim. Onu seviyordum, ona aşıktım.
Yüreğimi savaş meydanına dönüştürmek için sözcükleri kullanmak istemedim. “Ne
kadar yalınsın, nasıl da iyi yüreklisin” dedi saçımı yüzümden kaldırarak. Demek
istediği şuydu: Senin duyguların benimkiler kadar karmaşık değil. Ben şiirsel
bir ikilem içindeyim.
Oysa ortada bir ikilem yoktu. Beni artık istemiyordu ama
yaşamımızı istiyordu.” (s.68)
“-Aşkı uyandırmak olasıysa, engellemek de mümkün olmalı.
-Hiç de öyle
değil. Çünkü herkes aşka yatkındır. Uyandırmak kolaydır ama kendi kendine sona
ermedikçe yok etmek imkansızdır.” (s.87)
“Bence, her şeyden çok değişiklik ihtiyacında olanlar
aşık olmayı seçiyorlar, sonra da kollarını semaya kaldırıp tüm suçu kadere
yüklüyorlar. Oysa suçlu olan kader değil –yani kader bizim dışımızda bir şeyse
eğer. Bence, geceler boyu süren özlem sonucu yapılan bir seçimdir aşk.” (s.88)
“Sevilenin çoğu kez sevenin hayallerinin bir vücut
bulması olduğunu söylersem belki de sinik bir yaklaşım içinde olduğum
savunulacaktır. Oysa belki de bu kadarı yeterlidir. Esin veren birinin olması
yeterlidir. Hayaller değiştiğinde –ki değişirler, ki değişmek zorundadırlar-
acı başlar. Büyülü kent birden yok olur ve siz yellerin kavurduğu çölün
ortasında yapayalnız kalıverirsiniz. Sevdiğinize gelince... O sizi hiçbir zaman
anlamamıştır. İşin doğrusu, siz kendinizi hiçbir zaman anlamamışsınızdır.”
(s.89)
“Yalanlar 1: Yalnızca şimdiki zaman vardır. Hatırlanacak
bir şey yoktur.” (s.98)
“Eğer öteki yaşam, gizli yaşam bir yerlerde bulunup geri
getirilebilse, o zaman insan ömrünü huzur içinde geçirebilir, Tanrı’ya da gerek
duymaz. O bize gerek duymuyor ki, O tamamlanmış bir bütün.” (s.123)
“Bir duyguyu duymamaya ikna edebilir misiniz bir insanı?”
(s.151)
“Gelecek, parıltılı bir kent gibi uzanır önümüzde, ama
çöldeki kentler gibi, yaklaştığımızda gözden yok olur. Belirli bir ışıkta
kuleleri, kubbeleri, hatta oraya buraya koşuşturan insanları görmek kolaylaşır.
Hep özenle, sevgiyle ederiz sözünü. Gelecek. Oysa sahtedir o kent. Gelecek de,
şimdi de, geçmiş de yalnızca bizim kafamızda vardır. Uzaktan bakıldığında her
birinin sınırları çekilir, eriyip yok olur, aynı gökte yüzen bir kentten
bakıldığında düşman ülkelerin sınırları gibi.” (s.174)