“Çocuklar yaraları madalya gibi sergiler. Âşıklar yara
izlerini açıklanacak sırlar niyetine kullanır. Yara izi, söz ete büründüğünde
ortaya çıkandır. Herhangi bir yarayı, savaşın onurlu yaralarını sergilemek
kolaydır. Bir sivilceyi göstermekse zordur.” (s.7)
“Yedi ile on bir yaş arası, duyguların körelmesi ve
unutmayla geçen kocaman bir hayat dilimidir. Malumdur; yavaştan hayvanlarla
konuşma becerimizi yitiririz ve kuşlar artık muhabbet için pencere
pervazlarımızı ziyarete gelmemeye başlar. Manzaraya alıştıkça gözlerimiz
mucizeler karşı zırh kuşanır. Bir zamanlar çam ağaçları boyundaki çiçekler,
toprak saksılara sığmaya başlar. Korku bile giderek küçülür. Çocuk odasındaki
devler küçülerek huysuz öğretmenlere ve baba figürlerine dönüşür.” (s.30)
“Yoksunluk, şiirin anasıdır.” (s.31)
“Neden komünist kadınları sevdiğimi biliyor musun? Dünyaya
inanmıyorlar da ondan.” (s.87)
“Seni hiç görmediğimi biliyorum. Kafamın içinde herkesi
birbirine karıştırıyorum. Kimsenin kendi müziğini yakalayamıyorum.” (s.114)
“Bütün yaşamını yalnızca bağlanmaya adamak istemiyordu.
Bu onun istediği tarzda bir huzur değildi.” (s.159)
“Simone de Beauvoir’ı okudum. Bu dünyanın kadınlara iyi
davranmadığını biliyorum.” (s.168)
“Bazı kadınlar güzelliklerini özel yapım spor bir araba
ya da safkan bir atmış gibi taşır. Her buluşmaya süratle gidip, görüşmelerini
eyerlerinin üzerinden lütfederler. Şanslıları küçük kazalar atlatır ve yolda
yürümeyi öğrenir; çünkü kimse kibirli bir teyzeyi dinlemek istemez. Kimi
kadınlar güzelliklerini yosunla kaplar ve ara sıra bir şey çıkıp onu parçalar
–bir âşık, bir hamilelik, belki bir ölüm- ve inanılmaz bir gülümseme,
mutlulukla parlayan gözler, ışıldayan ten ortaya çıkar ama bu geçicidir ve kısa
sürede yosun yeniden bürür. Bazı kadınlar güzelliği inceler ve taklit eder. Bu
kadınlara hizmet etmek üzere sanayiler kurulur ve geliştirilir ve erkekler buna
teveccühe şartlandırılır. Bazı kadınlar güzelliği bir aileden miras edinir ve
onu değerlendirmeyi, büyük bir ailenin oğlunun tuhaf çenesinden sırf kendinden
önceki müthiş erkekler taşıdı diye gururlanması misali yavaş yavaş öğrenir. Ve
bazı kadınlar, diye düşündü Breavman, Shell gibi kadınlar, yüzlerini
etraflarını saran hava kadar değiştirmeden, yaşadıkça yaratırlar güzelliği.
Işığın bildik kurallarını yıkarlar ve tarife veya kıyasa gelmezler.
Bulundukları her mekânı özgün kılarlar.” (s.179)
“Nereye hareket edersen
Düşen kanatların
Kapanma sesini duyarım
Nutkum tutuldu
Çünkü yanıma düştün
Çünkü kirpiklerin
Küçük kırılgan hayvancıkların dikenleri.” (s.185)
“Bir cümlenin başıyla sonu arasında vuku bulacak her
şeyden nefret ediyorum.” (s.192)
“Dürüstlüğün adice çarpıtılması beni senden uzak tutar.”
(s.192)
“Eğer onunla kalırsa neye hanet etmiş olacaktı? Henüz tam
olgunlaştırmadığı iddiaları seslendirmeye cesareti yoktu. Ve şimdi, onu terk
ettiğinde kendisini besleyecek suçlululuk duygusunun tadını hissedebiliyordu.
Ama onu sonsuza kadar terk etmek istemiyordu. Yalnızca biraz perspektif
kazanmak ve onu özlemek için kendi başına kalmaya ihtiyacı vardı.” (s.194)
“Tamara psikiyatrını bırakmış ve kendini sanata vermişti;
böylesi daha ucuzdu ve daha az çaba gerektiriyordu.
-Birbirimiz hakkında tek bir yeni şey öğrenmeyelim,
Tamara.
-Buna tembellik mi yoksa arkadaşlık mı deniyor?
-Aşk deniyor!” (s.202)
“Uykusuzluk çeken birinin son sığındığı şey, uyuyan
dünyaya karşı hissettiği üstünlük duygusudur.” (s.221)
“Günlerimi nasıl adayabilirim sana? İşte sonunda söyledim
bunu. Yaşamımı nasıl adayabilirim sana?” (s.226)
“Sevgili Shell,
Gümüş telkari yeşim küpelerin. Onları kulağında hayal
ettim. Sonra yüzünü. Nihayet bütün güzelliğini. Güzelliğe övgüye duyduğun
kuşkuyu hatırladım sonra, o zaman inandığın yegâne şeye, ruhuna şükrettim.
Gözlerinin ve teninin güzelliğinin, ruhunun gündelik giysileri olduğunu
keşfettim. Şabat gününde ne giydiğini sorduğumda müziğe dönüştü ruhun.” (s.226)
“Seninle konuşabilmek ne güzel, sevgilim Shell. Huzurlu
olabilirim çünkü ne söylemek istediğimi biliyorum. Yalnızlıktan korkuyorum.
Herhangi bir akıl hastanesine ya da fabrikaya git, bir otobüste ya da
kafeteryada otur, yeter. Her yerde insanlar korkunç bir yalnızlık içindeler.
Yükselen yalnız çığlıkları, göğe atılmış piyango şansı oltalarını düşündüğümde
titriyorum. Ve bedenler yaşlanıyor, yürekler yaşlı akordeonlar gibi sızdırmaya
başlıyor, böbreklerde sorunlar çıkıyor, kaslar eski lastikler gibi gevşiyor.
Bize de oluyor, yeşil çizgili çarşafların altındaki sana da. Elini tutma
isteğimi artırıyor bu. Bütün müzik dolaplarının çeyreklikleri yutma mucizesi bu
işte. Bu duygusuz katliamı protesto edebilmemiz yani. Elini tutmak çok güzel
bir protesto. Keşke şimdi yanımda olsaydın.” (s.241)
“Ben iyi bir âşık değilim, olsaydım, şimdi seninle
olurdum. Özlemimi duygularımın kanıtı diye kullanmaz, senin yanında olurdum.
İşte bu yüzden sana yazıyor ve bu yazın günlüğünü gönderiyorum. Benimle ilgili
bir şeyler bilmeni istiyorum. İşte, gün be gün, burada. Sevgili Shell, eğer
izin verirsen seni her zaman dört yüz mil ötede tutar ve sana şiirler ve
mektuplar yazarım. Bu doğru. Beklenti noktasından başka bir yerde yaşamaya
korkuyorum. Yaşam riski taşımıyorum.” (s.242)