“Hayat bizim için bir sürgün ve boşluk da bir vatan mı
yoksa?” (s.9)
“Bizim azizlerle yakınlaşmamızı sağlayan bilgi değil,
derinliklerimizde uyuyan gözyaşlarının uyanmasıdır. Ancak o zaman ve onlar
aracılığıyla bilgiye ulaşabiliriz ve nasıl aziz olunabileceği, bir insan
olduktan sonra anlaşılır.” (s.19)
“İnsanların iç çekişlerini kendi boşluğuna gömüp onlara
kucak açan bir Tanrı’ya istedikleri zaman başvurabildikleri bir dönem
yaşanmıştır. Bugün acılarımızı, sıkıntılarımızı anlatabileceğimiz biri olmadığı
için teselli bulamıyoruz. Bu dünyanın bir zamanlar Tanrı’da olmuş olduğundan
nasıl şüphe edilebilir? Tarih insanların bir yüce varlığın titreyen hiçliğine
doğru yöneldiklerini hissettikleri bir geçmiş ile dünyada hiçbir şeyin ilahi
bir soluğun dışında kalamadığı bir bugün arasında bölünmüş durumda.” (s.20)
“Mahşer gününde yalnızca gözyaşları dikkate alınacaktır.”
(s.21)
“Gözün görebileceği alan sınırlıdır, göz her zaman
dışarıdan görür. Ama dünya, yüreğin içinde olduğu için bilgiye ulaşabilme konusunda
tek yöntemdir içe bakış. Yüreğin görsel alanı? Dünya, artı Tanrı, artı hiçlik.
Yani her şey.” (s.21)
“Yaşam, doğal yönünü kaybettiğinde başka bir yön arar
kendisine. Göğün mavisinin uzun süre en yüce aylaklık yeri olması böyle
açıklanabilir.” (s.21)
“Çektiğimiz acıların bizi bir yere götürdüğünü söyleyerek
yoldan çıkarmadılar mı bizi bu acılar? Bizi hiçbir yere götürmeyen acılara
alışmıştık, acılarımızın boşluğu büyülemişti bizi, kendi yaralarımıza bakarken
mutluyduk.” (s.23)
“Tanrı, yüreğin bir yanılgısından başka bir şey olmasın!
Dünyanın aklın yanılgısından başka bir şey olmaması gibi.” (s.27)
“Şarap insanların Tanrı’ya yaklaşmaları için ilahiyattan
daha fazla çaba harcamıştır. Kederli sarhoşlar – ama başka türlü bir sarhoşluk
mümkün müdür?- “ (s.30)
“Tanrı yalnızlıktan korktuğu için yaratmıştır dünyayı.
Yaratılışın tek açıklaması budur.” (s.36)
“Her şey hiçbir şeydir. Manastırların ilk söylediği şey
budur. Hiç ve Tanrı arasında bir adım bile yoktur, çünkü Tanrı “hiç”in pozitif
ifadesidir.” (s.41)
“Dünyanın verdiği yorgunluk dinsel bir biçime
büründüğünde Tanrı kendimizi unutmak için atladığımız bir deniz olur.” (s.45)
“Yalnız bir insanın yapması gereken şey daha fazla
yalnızlaşmaktır.” (s.60)
“Çocuklar da âşıklar gibi mutluluğun sınırını önceden
sezerler.” (s.66)
“Nasıl oluyor da bir camın saydamlığı bizi hayattan bu
kadar ayırabiliyor? Aslında bir pencere, bizi dünyadan bir hapishanenin
duvarına göre daha fazla ayırır. Hayata baka baka sonunda unutursunuz onu.”
(s.68)
“Hayatta ilkbahar sonu histerisi gibi bir şey vardır.”
(s.69)
“Başkalarını öldüren şeyler beni yaşatıyor.
(Michelangelo) Yalnızlık üstüne söylenecek daha fazla bir şey yok.” (s.70)
“Gece gündüz okumak, ciltleri yutmak, uykusuzluklar...
Çünkü hiç kimse öğrenmek için okumaz, unutmak için okur insan. Geleceği ve
takıntılarını yok ederek bunalımın kaynağına kadar gitmek.” (s.76)
“Beni sadece davetsiz bir misafir gibi kabul eden dünyayı
affedebilecek miyim?” (s.77)
“Rilke’nin şiirindeki, üstümdeki bu gökle yaşayamıyorum
artık, diyerek ağlayan o kör kadına ne söyleyebiliriz? Biz de ayaklarımızın
altındaki bu yeryüzüyle artık yaşayamadığımızı söyleseydik, bu onu rahatlatır
mıydı?” (s.84)
“Bu dünya bir zamanlar Tanrı’da yaşamış olmalı.” (s.84)
“Hayat yolunda ilerledikçe bir şey öğrenmediğinizi,
sadece anılara gittiğinizi daha iyi anlıyorsunuz. Sanki bir zamanlar
yaşadığımız dünyayı yeniden icat etmeye benziyor bu. Bir kazancımız yok, sadece
kendimizi yeniden kazanıyoruz.” (s.88)
“Mutluluk hakkında yalnızca duyduklarımı söyleyebilirim.”
(s.88)
“Bir insanı ruhundan yükselen müzik ölçüsünde
tanıyabiliriz sadece.” (s.93)
“Daha önce olmuş olmalı her şey. Hayat bana bu yüzden
korkutucu bir dalgalanma şeklinde görünüyor.” (s.94)
“Kaç düş kırıklığından ve kaç bireyden kurtulmuş olurduk
kendimizi koyverseydik? Öldürmediklerimizin cesetlerini gömeriz ruhlarımıza.
Mizantropi, onların çürüyen bedenlerinden yayılan zehirdir. Hepimizin içinde
başarısızlığa uğramış bir infazcı yatar.” (s.102)
“İçinde ölecek hiçbir şeyi kalmamış insana Tanrı acısın.”
(s.111)