“İnsan, çocukken canlı olmayan şeylerle konuşabiliyor.
Tabii, her şeyle konuşulmuyor. O şey önemliyse konuşuluyor. Hayatta bazı
eşyalar bir adım öne çıkıyor. Önem kelimesi herhalde buradan geliyor, ön’e
çıkmaktan...” (s.9)
“İnsan susarak da bir şey söyleyebilir. Bu olabiliyor.
Umut edenler genellikle susuyorlar; kendimden biliyorum.” (s.10)
“Gönlümün bir köşesinde elli yıldır o var. Sarsıyorum,
silkeliyorum, kovuyorum gitmiyor. Geniş bir mindere uzanır gibi yayılmış.
Köşesi gitgide büyüyor. Bana yer kalmıyor, düşüncelerime, şahsiyetime yer
kalmıyor. Başka bir köşeye çekilip siniyorum. Sıkışıyorum. Her doğan güne onu
unutmak fikriyle başlıyorum. Ama her batan gün içime aydınlığı çöküyor.
Baktığım ufukta o var. gecenin bekçisi bütün kilitleri açıp ortaya karanlığı
döktüğünde, kayıp gölgeler onun adını fısıldıyor. Baykuşun şarkısı onu
söylüyor. Sırlarımın kapısı hep ona açılıyor.” (s.39)
“İnsanlar acılarını gülümseyerek hatırlamayı ne ara
öğrenirler? Hemen mi? Çok sonradan mı, yaşlanınca mı? Artık bu soruların
cevabını biliyorum sayılır. Her soruda, her hatırlayışta yeniden öğreniyoruz.
Bu eğitim galiba hayatın sonuna kadar bitmiyor. Önemsediğimi kimse söyleyemez
ama benim de bir acım var.” (s.53)
“Yaşadığım dünya çok fakirdi. Okuduğum dünyaysa çok
zengindi. Zenginlikten parayı kastetmiyorum. İnsanların içleri çok zengindi.
Aklımdan geçirdiğim ama bir türlü konuşamadığım şeyleri açıkça
konuşabiliyorlardı. Benim yaşadığım dünyada insanlar bir şey yaparlarken niye
yaptıklarını kendilerine pek sormuyorlardı. Okuduğum kitaplardaysa herkes soru
soruyordu. Soru sordukça içleri ortaya dökülüyordu.” (s.70)
“Çok kitap okudum. Ama hayatta herhangi bir şeyi başarmak
için mi okudum, yoksa başaramadığım için mi okudum, bilmiyorum. Benimkisi
herhalde müzmin tembellik. Yapmaya, fiiliyata gönlüm yokmuş; yalnızca düşünmeye
ve hatta yalnızca anlamaya gönlüm varmış. Belki de, bilmiyorum, gücüm yokmuş.”
(s.84)
“Aşkın hayali, belki kendisinden daha tatmin edicidir.”
(s.135)
“İnsan, dünyaya, hakikatlere tahammül edebilmek için
değişik yollar buluyor. Benimki de bu, okumak.” (s.137)
“Onu görünce ellerimden siyah bir eldiven çıkarmış gibi
oldum. Sanki ellerimi ilk kez görüyordum. Daha önce hiçbir şeye dokunmamışım.
Hiç el çırpmamışım hatta yemek yapmamışım, pirinç ayıklamamışım, çocukluğumda
aynı yatakta yatarken ablamın saçlarını karıştırarak uykuya dalmamışım. Bu
ellerin bana ait olduğuna inanamıyordum. Onun yüzünde geziniyorlardı. Burnunda,
kulaklarında, bıyıklarında... Allahım bu galiba aşk, diye yazmıştım defterime.”
(s.152)
“Başkası diye bir kelime olmasaydı. Yalnızca ben’le idare
etseydik. Başkası denen şey çoktan ölmüş olsaydı. Herhalde Tanrı’nın yaptığını
yapardık; onu yeniden yaratırdık. Ama o yaşasın diye değil; onu yeniden
öldürebilmek için.” (s.165)
“Yalnızlık koyu bir renktir. Ama boş kalabalıklardan daha
koyu değildir.” (s.189)
“Dışarıda kar var. Her yer beyaz. Dünya terk edilmiş,
sahibi yokmuş gibi.” (s.212)