21 Şub 2016

Oruç Aruoba - Yürüme

“Unutulsun geridekiler, özlensin ilerdekiler, bırak
Yansısın camda donuk ışık, usulca ışıldarken
Sabah, aydınlanırken uçup geçen yeşillik.” (s.19)

“Yalnızlık: öylesine içimize işlemiştir, bize öyle içten dokunur ki, o anda orada olan, bizimle olan, olmak isteyen; bizim de istediğimiz birinden, bize birini –bir başkasını- bulmasını isteriz.” (s.23)

“Yaşamımızı yaşadığımız da sanki şüphe götürür gibi...” (s.23)

“Öfkemiz kördür, en çok da ayna karşısında.” (s.25)

“Asıl olumlu olabilecek yanımızı da, yıllar yılı, olumsuz yanımızdır diye dizginleyip dururuz. Oysa belki çıkış yolunu gösterebilecek yanımızdır. Olabilirdi bu.” (s.27)

“Ne küçük, ve ne büyük; ne kolay, ve ne zor; ufacık ve kocaman kararlara bağlı özgürlüğümüz.
Ne sıradan birşey, ne de ulu birşey işte; işte, öyle bir şey: biz, bizim birşeyimiz, bizim özgürlüğümüz – bu işte.” (s.28)

“Ne çok da dolambaç gereksiyoruz, ilişkilerimizle başedebilmek için. Gerçeklerimiz bile dolambaçlıdır zaten.” (s.29)

“Biliriz, asıl önemli olan, içten yaşadıklarımızdır, yaşayacaklarımızdır – ama, dış gereksinimlerimize, eğilimlerimize, hep, daha çok önem veririz.” (s.30)

“Acıları bile anılara dönüştürürüz biz.” (s.30)

“Çıkar mı dostluk mu bekleyeceğimize karar veremeyiz, bir türlü, birinden yeri gelir -  hem de öyle olur ki, ondan çıkar ya da dostluk beklememiz farksız hale gelir.” (s.33)

“Bir eksiklik, bir yapamamışlık yatar bir yerlerimizde –genellikle en çok önem verdiğimiz yerimizde- ama çok önem vermeden yapabileceğimiz bir şeyi alıp, en çok önem verdiğimiz yerimize yerleştiriveririz.” (s.39)

“Neredeler ki şimdi, bizim için bir zamanlar yaşamsal önemi olan o ötekiler –nerelere gittiler, nerelerde kaldılar: biz, arıyor, soruyor muyuz onları- neyiz ki biz zaten? Anılar, ve anılar, ve anılar, ve unutmalar, ve unutulmuşluklar...” (s.41)

“Anılarımızı da unuturuz biz zaten- anımsamalarımız, zaten unutulmuşluklarımızdır: anımsadıklarımız, zaten, çoktan, unuttuklarımız... Ancak unuttuklarımızı anımsarız biz zaten: anılarımızı da, zaten, unuturuz; çoktan unutmuşuzdur.” (s.41)

“Kalabildiğimiz tek yer, ötekilerin bellekleridir.” (s.42)

“Yaşadıklarımızı hep bağlantılı yaşarız zaten- de bağlantıları hep yaşadıktan sonra kurarız- kurduktan sonra da yaşamıyoruzdur onları artık.” (s.42)

“Uygar kişi, düzenli bir dünya özlemi olan insandır.” (s.48)

“Uygar kişi, kendine şaşabilen insandır; kendi kendine, kendi için, nasıl oluyor da...? diye sorabilen insan...” (s.55)

“Uygar olmayan insan, çok doğal/normal gelir kendine şaşsa şaşsa, dünyaya, kendi dışındaki şeylere (o da pek ender) şaşar. Kendisi yerli yerindedir.” (s.56)

“Yol, kendine bir yer bulamamış kişinin özlemidir.” (s.69)

“İçinde yeniye yer bırakmayan bir düzenliliği yaşayan kişi, aslında üst anlamda bir düzensizlik yaşıyordur. İçinde yeniye yer tanımayan bir düzen, eskinin düzensiz karışımlarından başka bir yere ulaşamaz.” (s.73)

“Salt arayan kişi, ne yönü, ne yolu, ne yeri bulabilir: Ancak bir yerden ayrılabilendir, yolu bulabilen –ne aradığını bilen değil, nereden ayrılacağına karar verebilen...” (s.81)

“Dünyasını kendi çevresinde kendisi kurmuş, kendine varan her yolun sonuna yalnızca kendisinde bulunan bir yer koymuş bir kişi – kendi yerinden dışarıya çıkan bir yolu nasıl bulsun ki?” (s.85)

“Bir yeri gerçekten ve toptan terketmeyen, yeni bir yola çıkamaz. Tanrı Lut’a boşuna dememişti ya, geriye bakmayacaksın diye.” (s.91)

“Yola çıkan kişi, daha önce konakladığı yerlerin izini taşır –yeni konaklayacağı yerlere dek, ve, tabii, yolda attığı adımlar boyunca.” (s.108)

“Yürünmemiş yol, yol değildir.” (s.109)

“Her yeni yol için temel belirleyici, eski bir yolun sonuna dek yürünmesidir.” (s.126)

“Bir yaşam, bir yönün yol olup olamayacağının denenme sürecidir.” (s.135)

“Her yol kişiye varıyor sonunda, kişinin kendisine.” (s.146)

“Kişi, kendini başkalarında arayan insandır. Ama kendini her bulduğunu sandığında, hep, kendini kendine geri dönmüş bulur. Ama bu kendini buluş gibi, o kendini kendine dönmüş buluş da, birer sanıdır aslında. Kişi, kendini, kendine her geri dönmüş bulduğunu sandığında, çoktan kendini yitirmiştir bile...” (s.165)

“Kişinin yakınındakiler hep uzağa iter onu, uzağındakiler de hep uzağa çeker.” (s.194)

“Kişi, kendini ne bildiğidir.” (s.197)