“Ruh: sıkışıp kalmış bir fikir.” (s.26)
“Bilmiyorum hiçbir şeyi, hiçbir zaman bilmedim.
Bir yağmur idiyse aradığım, ona artık hazırım.” (s.54)
“Gökyüzüne bir balkon çıktım, orada duruyorum.
Biliyorum, nicedir bozuk gözlerim.” (s.102)
“Aylar boyu bir başlangıç cümlesi aramıştık, birlikte:
birlikte koşumlarını çözebileceğimiz deli ve akışkan söz atları, içimde bir kuş
var, diye tekrarlıyordu, hazırlanan: bıraksam fırlayacak, onu bırakamam.
Dizginleyemedik zamanı. Gidip içinde başıboş dolaştığımız mekanların,
uykularımızı genişleten düşsel mekanların ortasında, bizi kendimize katabilecek
çıkış kapıları aradık. Ben boş bir alan bulacaktım, kimsenin ayak basmadığı,
üzerine belki kulemi, kim bilir kulübemi inşa edecektim. Önce mimar, sonra
işçi, en son usta olacağım bir izdi kazımak istediğim, başlayamadım. Onunkisi
bir teoremdi, bildiğimiz anlamıyla bir geometri tasası: her şeyi içerecek,
hiçbir şeyin hiçbir şeyi içermediğini kanıtlayacak tek, eksiksiz fazlasız bir
problem – ona yaklaşamadı. İşte bu bozgun tadının, ruhlarımızı usul usul
kemiren başarısızlığın yarattığı yangılı sessizliğin içinde bekledik,
kıpırdanmadık. Ufuk çizgisi kuran dağların ötesinden yaklaşan kasırgaymış,
neden sonra anladık.” (s.146)
“Geri dönüp geldiysem birden, bir şey unuttum: bir koku
olabilir bu, bir renk olabilir, iyi anımsamıyorum şimdi, eksik ya da fazla bir
söz olabilir.” (s.153)