“İnsan karakterini yaşamalı diyordu. Aksi halde
başkasının hayatını yaşıyor demektir.” (s.26)
“Yakın çevresinde ölüm yaşamamış genç insanlar,
dostlukları ve sevgiyi bol keseden harcarlar.” (s.28)
“Bilgi değil, bilgelik önemli.” (s.30)
“Annelik ve ‘karı’lık insan yaşamı içinde doğum,
hastalık, büyümek, yaşlanmak ve ölmek kadar doğal oluşumlardan kadının payına
düşen ekstralardır. Bunlar bir yaşam içinde mutluluk, sevinç, şans ve
şanssızlık kadar olasılık sınırları içindedir. ‘Anne’ ve ‘karı’ olmak için çok
çalışmanız, çok iyi eğitilmiş olmanız ve başarı hırsıyla donanmanız gerekmez. Hemen
bütün yetişkin dişiler birinin karısı ve birilerinin annesi olabilirler.
Halbuki doğal oluşumun dışında seçilen hedefler, ulaşılmak için irade,
mücadele, çalışkanlık, birikim ve enerji gerektirirler.” (s.49)
“Öfkelenmek bile bir duygudur ve ilgilenmeyi gerektirir.”
(s.54)
“Annesi, babası, çocuğu, sevgilisi, arkadaşı, kim olursa
olsun, bir insan öbürüne ulaşmak için göze aldıklarıyla sevilir. Öbürüne
ulaşmak yürek ister. Göze alabilmek ister. Bir insandan, bir başkasına geçmek,
emek ister, sevgi ister, yürek ister. Bunlar bile köprüleri kurmaya yetmez
bazen.” (s.80)
“Okulun en güzel kızı değildim. En zekisi, en çalışkanı
da olmadım hiç. Ama güzeldim, çalışkandım ve zekiydim. Bunlardan çok dozda
birine sahip olmak yerine, üçünden uygun miktarda yan yana bulundurmak bir
kadına nasıl yakışır, şimdi görebiliyorum. Hele bir genç kızda, ne umutlu bir
pırıltı yaratır bu bileşim.” (s.114)
“İki yıl sonra banyoda düşüp öldüğünde, ölüm raporuna ‘
Yetmiş dokuz yaşında. Beyin kanaması’yazıldı. Bence ölüm nedeni yürek
kanamasıydı. Çünkü insan mutsuzluktan ölebilir.” (s.152)
“Kimseye bağlanmak istemiyorum. Terk edilmek, ancak
bağlanınca gerçekleşir, unutma Selen!” (s.172)
“Fiziksel hastalığı olan aspirin ya da tylenol alır, ruhu
ağrıyansa karar alır. Öyle yaptım.” (s.176)
“Sen, elini uzattığın erkeklerin tümünü tutup
alabiliyorsun Nilsu! Tıpkı Josephina gibi... Türkçesi: hiç zahmetsiz. Belki de
bu yüzden heyecansızsın. Fakat seni Josephina’dan ayıran çok büyük bir fark
var. Sen başkalarını öldürecek yerde, her keresinde kendini öldürüyorsun. Her terkedişinle
bir kez daha ölüyorsun. Çünkü sen, ölüm olmaya çok çalışan bir yaşamsın,
dirimsin. Ve biz bu yüzden asla Zweig’ler gibi kucak kucağa intihar edecek bir
çift olamayız Nilsu! Sen yaşamı savunuyorsun, bilmesen de, görmesen de, bütün
bedenin, varlığın ve eylemlerinle hayatsın sen. Bu da sana çok yakışıyor. Bazıları
böyledir, yaşamak müthiş yakışır onlara.” (s.193)
“Pek az kadınla erkek birbirlerinin ruhlarını,
bedenlerinden önce çırılçıplak görebilir. Pek çoğu da ruh kısmını çıplak olarak
göremez; hiçbir zaman!” (s.229)
“Sonunda bir gün ben de ‘aşk var mı’ diye sorup
endişelenecek miyim dersin? Bak, sen şahidim ol Selen; bence aşk vardır, aşk
olmalı!” (s.254)
“Küçük çocuklar, annelerinin öptüğü yaraların
iyileşeceğine nasıl inanırlarsa, birbirine aşık insanlar da, küçük bir öpücüğün
bulutları yok etme gücüne inanırlar. Ve her şey inanmakla başlar...” (s.257)
“Her kentin, bir aşk çağrıştırdığını Nedim Gürsel mi
söylüyordu? İstanbul, baban ve babanla yaşanan aşk! Ve ben galiba bütün eski
sevgililerini hala seven, garip bir kadınım...” (s.267)
“Ben gitsem bile, ancak bir şiir getirmeye giderim.”
(s.271)
“Uyumsuzluk, galiba sorun bu. Asla uyum sağlayamıyorum
yaşama. Yanı başımda, çağlayarak hayatın pınarlarına akan bir erkek hayatı
yakalamış, kuvvetlice kavramış, bana sunuyor ve ben hiçbir şeye uyum
sağlayamıyorum. Yapamıyorum. Kafamın içinde, çoğu mutsuz resimler, gözümü
yumsam yalnızlık çığlıkları. Sevgiye doyamıyorum, çok sevilsem boğuluyorum. İnançsızım.
İki insanın birbirini anlayacağına, seveceğine ve bir kadınla bir erkeğin aynı
çatı altında mutlu olabileceğine inançsızım.” (s.287)