14 Şub 2012

Antoine de Saint Exupery - İnsanların Dünyası


“Hiçbir zaman, hiçbir şey dolduramayacaktır yitirilmiş bir arkadaşlığın yerini. İnsan kendine eski arkadaşlar yaratamaz ki. Bunca ortak anının, birlikte yaşanmış bunca zor saatin, bunca bozuşmanın, bunca barışmanın, bunca gönül deviniminin yerini hiçbir şey tutamaz. Yeniden kurulamaz bu dostluklar. Bir meşe ağacı dikip de, çabucak gölgesinde barınmayı ummak boşunadır.” (s.32)

“Yaşam böyledir, önce zenginleşmişizdir, yıllar yılı ağaç dikmişizdir. Sonra yıllar geçer, zaman bu çalışmayı bozar, ağaçları yıkar. Arkadaşlar birer birer gölgelerini geri alırlar bizden. Bundan böyle yaşlanmanın sinsi üzüntüsü karışır yaslarımıza.” (s.33)

“Yalnız bilinmeyen dehşete düşürür insanları. Ama bilinmeyenle boy ölçüşen kimse için, bilinmeyen, bilinmeyen olmaktan çıkar artık.” (s.43)

“İnsan olmak, sorumlu olmanın ta kendisidir. İnsan olmak, kendisine bağlı görünmeyen bir düşkünlük karşısında bile utanç duymaktır. Kendi taşını koyarken, dünyanın kuruluşuna yardım ettiğini hissetmektir.” (s.44)

“Yalnızca maddesel zenginliklere kavuşmak umuduyla çabalayanlar, yaşamaya değer hiçbir şey elde edemezler.” (s.45)

“Her şey öylesine çabuk değişti ki çevremizde: insan ilişkileri, çalışma koşulları, töreler. Duygu ve düşünce yapımız bile en gizli temellerine kadar sarsıldı. Sözcükler aynı kaldı, ama ayrılık, yokluk, uzaklık, dönüş kavramları aynı gerçekleri içermiyor artık. Bugünün dünyasını kavramak isterken, dünün dünyası için kurulmuş bir dili kullanıyoruz. Geçmişin yaşamı, sırf dilimize daha iyi uyduğu için, yaratılışımıza da daha iyi uyuyormuş gibi geliyor bize.” (s.46)

“Yaşamın yaşama böylesine güze ulaştığı, çiçeklerin yelin yatağında çiçeklere karıştığı, kuğunun bütün kuğuları tanıdığı bir dünyada, yalnızlık duvarlarını yalnız insanlar örüyor.” (s.52)

“İnsanın kendini evinin içinde bildiği, insanların dünyasına güzelce yerleştiğini sandığı bir kentin yanı başında, yüz metre enindeki bir su birikintisi, denizin nabzıyla atar.” (s.53)

“İçimde neler olup bitmekte bilmiyorum. Bunca mıknatıslı yıldız varken, bu yerçekimi toprağa bağlıyor beni. Başka bir yerçekimi de kendime getiriyor. Beni nice nice şeylere doğru çeken ağırlığımı duyuyorum. Düşlerim bu kumullardan, bu aydan, bu varlıklardan daha gerçek.” (s.60)

“Uzaklık değildir uzaklaşmanın ölçüsü. Bizim orada bir bahçenin duvarı Çin seddinden daha çok giz saklayabilir içinde, sessizlik de bir genç kızın ruhunu kumların derinliğinin Sahra vahalarını koruduğundan daha iyi koruyabilir.” (s.61)