30 Tem 2023

Carl R. Rogers - Kişi Olmaya Dair

“Rogers insanların, kendilerini kabullenen bir ilişkiye ihtiyaç duyduklarına inanıyordu. Rogers yanlısı terapistler empatiyi ve “koşulsuz olumsuz bakış”ı kullanırlar. Rogers ana hipotezini tek bir cümleyle şöyle ifade ediyordu: Eğer ben belli bir ilişki türünü mümkün kılarsam, karşımdaki de kendi içinde o ilişkiyi gelişme amaçlı kullanma kapasitesini keşfederek değişecek ve kişisel gelişim gerçekleşecektir.

Gelişme ile Rogers’ın kast ettiği, kendine değer verme, esneklik, kendine ve başkalarına saygı duyma yönünde ilerlemekti. Rogers’a göre insan “arzularında iflah olmaz bir şekilde sosyalleşmiş” bir varlıktı. Ya da Rogers’ın tekrar tekrar söylediği gibi, insan her açıdan tam insan olduğu zaman güvenilecek insan olurdu.” (s.8)

“Yaşamın amacı nedir sorusuna Rogers, Kierkegaard’tan aldığı “ İnsanın gerçekten de olması gerektiği kişi olması” ifadesiyle cevap verir.” (s.10)

“İnsanlar kabul edilmek ister ve kabul edildiklerine “kendilerini gerçekleştirme” yönünde ilerleme kaydetmeye başlar.” (s.11)

“Kendimi, kendimi kabullenerek dinlediğimde ve kendim olabildiğimde daha başarılı oluyorum.” (44)

“Kendimi olduğum gibi kabul ettiğim zaman değişiyorum. Bunu hem hastalarımdan hem de kendi deneyimlerimden öğrendiğimi sanıyorum. Ne olduğumuzu adam akıllı kabul edilnceye dek değişemeyiz, olduğumuzdan öteye gidemeyiz. Değişim ise, kabul etmenin ardından hiç fark ettirmeden geliveriyor. Kendim olmam sonucu gelişen bir diğer sonuç ise ilişkilerin gerçek ilişkiler haline gelmesi. Gerçek ilişkiler hayat ve anlam dolu olmanın heyecan veren bir şeklidir.” (s.45)

“Her insan kendinden menkul bir adadır, hem de en gerçek anlamıyla ve ancak kendisi olmayı isterse ve kendisi olmaya izin verirse diğer adalarla kendisi arasında bir köprü kurabilir. Dolayısıyla, bir başka kişiyi kabul edebildiğim zaman, yani onun gerçek ve hayati bir parçası olan duygularını, tavırlarını ve inançlarını kabul edebildiğim zaman onun bir kişi olmasına yardımcı olabilirim: Ve işte bu, benim için çok değerli.” (s.50)

“Kendimdeki ve başka insanlardaki gerçekliklere kendimi ne kadar çok açabilirsem, bir şeyleri düzeltme telaşına o kadar az kapılıyorum. Kendimi dinlemeye ve içimde olan biteni yaşamaya ne kadar çok çalışırsam ve aynı dinleme tavrını bir başkası için de ne kadar uygulayabilirsem, yaşamın karmaşıklığına o kadar çok saygı duyuyorum. Böylece bir şeyleri düzeltme, hedef koyma, insanları kalıplara sokma, yönlendirme ve kendi istediğim yola sokma arzusunu o kadar az hissediyorum.” (s.50)

“Yaşam, en iyi durumunda bile, akıp giden ve içinde hiçbir şeyin sabit kalmadığı bir değişim sürecidir.” (s.58)

“Martin Buber’in “ötekini onaylamak” şeklinde bir ifadesi vardır; bu ifade benim için çok anlamlıdır. Der ki, “Onaylamak demek, ötekinin tüm potansiyelini kabul etmek demektir. Onun kendi içinde olduğu kişiyi tanıyabilir, içindeki kişiyi bilebilirim. Olma sürecine girmek üzere yaratılan kişiyi… Artık gelişebilecek, evrilebilecek bu potansiyel çerçevesinde, kendi içimde ve daha sonra da onun içinde onu onaylayabilirim.” (s.97)

“H: Yaşamın gayet iyi farkındayım. Ne kadar uzaklaştığımızı, ne kadar uzaklara fırlatılıp öylesine dolaşıp durmakta olduğumuzu düşündükçe korkunç bir kaygı ve hüzün duyuyorum. Bazen kendimi tüm benliğimle, korkunç bir kaos içindeki dünyada yaşayan bir insan gibi düşünüp hissettiğim bir şey bu.
T: Kaçıp gidiveren bir duygu ve pek sık da gelmiyor, ama tüm benliğinizle son derece kaotik bir dünyada iş gördüğünüzü ve hissettiğinizi düşündüğünüz zamanlar oluyor.
H: Evet, öyle. Yani tam anlamıyla sağlıklı insanlar olmaktan ne kadar uzaklaştığımızı, bunun ne denli uzağına düştüğümüzü gerçekten biliyorum.” (s.141)

“Kierkegaard en yaygın umutsuzluğun, kişinin kendisi olmayı seçmemesinde ya da kendisi olmaya razı olmamasında yattığına dikkat çeker ve en ağır umutsuzluk biçimi “kendisinden başka biri olma”yı seçmekte yaşanan umutsuzluk olduğunu söyler. Oysa “gerçekten kendisi olan o benliği seçmek istemesi umutsuzluğun karşıtıdır” ve bu seçim insanın en anlamlı sorumluluğudur.” (s.170)

“Kişi haline gelme sürecinde açıkça görülen eğilimlerden bir diğeri de, seçimlerin ve kararların ya da değerlendirici yargıların kaynağı veya merkezine ilişkindir. Birey gitgide daha yoğun bir şekilde değerlendirme merkezinin, kendi içinde olduğunu görmeye başlar. Onaylanıp onaylanmadığı konusunda, yaşam standartlarında, karar ve seçimlerinde kendi dışındaki insanların görüşleri daha az önem taşır. Seçimin tamamen kendi içinde yapıldığını, asıl meselenin “Beni derinden tatmin edeni, beni gerçekten ifade eden bir şekilde mi yaşıyorum?” sorusu olduğunu anlamaya başlar. Bence yaratıcı bireyin en önemli sorusu da budur.” (s.183)

“Kendi benliğine sadık ol.” Shakespeare (s.251)

“Maslow, kendilerini gerçekleştiren insanlar olarak adlandırdığı çalışmasında da aynı özelliklere dikkat çekmiştir. Bu insanlardan söz ederken şöyle der: Gerçekliğe rahatça nüfuz etmeleri, hayvanlarda ya da çocuklarda olduğu gibi bir kabul edişe ve anında hissetmeye yakın durmaları, bu insanların kendi dürtülerine, kendi arzularına, görüşlerine ve öznel tepkilerine karşı genelde üstün bir farkındalığa sahip olduklarına işaret eder. Kendilerini gerçekleştiren insanlar, yaşamın temel özelliklerini bazen hayranlık, bazen zevk, bazen hayret hatta coşku içinde tekrar tekrar, taptaze ve safça yaşama gibi muhteşem bir kapasiteye sahiptirler; başkalarına göre bunlar bayat deneyimler olsa bile.” (s.257)

“İyi hayat, deneyimlerim sonucu geldiğim noktaya göre, içeriye doğru istediği yönde hareket etme özgürlüğü olan insan organizmasının seçtiği yöndeki hareket süreci ve seçilen bu yönün sahip olduğu bazı genelgeçer niteliklerdir.” (s.274)