25 Tem 2020

Anais Nin - Minotor'u Kışkırtmak




“Bazı yolculukları tasarımlanmış, krokisi çıkarılmış bir rüya başlatır, bazılarını da bir rüyayı yalanlama çabası dayatır.” (s.1)

“Ben oldum olası taşkın, abartılı biri oldum zaten, çünkü tek başıma, bana uyan bir iklim yaratmaya çalışıyordum.” (s.14)

“Bütün maceraperestlerin sonu felakettir. Belki de geçiş işlemini, zihnin yaşamını duyuların yaşamına dönüştürme simyasını becerememişlerdir.” (s.14)

“Sen özgür ve hasarsız görünüyorsun, hayat dolu ve yarasız beresiz.” (s.17)

“Bir insanı, bir yeri, bir ruh halini, geçmiş bir yaşamı aklımızdan silmiş gibi görünebiliriz, oysa bu arada aynı dramın yeniden sahnelenmesi için yeni bir oyuncu kadrosu seçmekte, unutmaya çabaladığımız dostun, aşığın ya da kocanın benzerini, en yakın suretini aramaktayızdır. Sonra, bir gün gözlerimizi açarız ve kendimizi aynı kalıbın, aynı desenin içine kıstırılmış, aynı öyküyü yinelerken buluruz. Başka türlü olabilir miydi zaten? Desen, şablon bizim içimizden geliyor. Dahili, içsel bir şey o.” (s.18)

“Bilinmeyenin içindeki bilineni keşfedinceye dek huzura ermeyeceksin. Bu gezginler gibi etrafta dolanıp duracak, sana memleketi anımsatan lezzetleri arayacaksın; tekila yerine coco cola’nın, papaya yerine mısır gevreğinin özlemini çekeceksin. İşte o zaman uyuşturucunun, narkozun etkisi yok olacak. Ten rengindeki, törelerdeki ya da dildeki bir avuç farklılığın dışında, hâlâ aynı tür insanla ilişkide olduğunu keşfedeceksin, çünkü her şey senden, senin içinden kaynaklanıyor; örümcek ağını ören sensin.” (s.18)

“Bedenini anılardan arıtmak, kendini geçmişinden yıkamak ister gibi, yeniden suya daldı. Tekrar göründüğünde ışıl ışıl parlıyordu, pürüzsüzdü ama özgür değildi. Sözcük içine işlemiş, göğsünde oksijen azlığının yol açtığı türden bir çarpıntı yaratmıştı. Gerçeği aramak, bir kâşifin derin denizlere dalması ya da olmayacak yüksekliklere tırmanması gibidir. Her iki durumda da sorun oksijendir; ister çok yukarıya çık, ister çok derine in. Bildik, yansız dünyanın dışındaki her dünya soluk alma güçlüğü yaratır. Mistiklerin, sufilerin soluk alıp vermenin başka yollarına inanmalarının, her farklı deneyim alanı için farklı bir soluma tekniği uygulamaya çalışmalarının nedeni budur.” (s.28)

“Belki de sadece arka plan değişmiştir.” (s.30)

“Korkular onlara gülünmesine dayanamaz. Bütün korkularını, teker teker ele alıp bir listesini çıkarsan, onlarla yüzleşip onlara meydan okumaya karar versen, çoğu uçup gidecektir.” (s.33)

“Görünüşte özgürdü. Peki ama neyden özgür?” (s.44)

“İnsan benliğini asla terk etmez, yalnızca eylemlerini, davranışlarını açıklamanın yeni yollarını bulur.” (s.51)

“İnsanları kabullenmek istemedikleri özleriyle yüzleştirmek tehlikelidir.” (s.59)

“İnsanın hayatında düşüncelerine, kafasından geçenlere tam anlamıyla, yüzde yüz sadık kaldığı bir sohbeti sürdürebileceği biri olmalıydı. Belli bir noktada kendimizi örtmeye, maskelemeye başlıyorduk. Anahtar sözcük “saydamlık” idi.” (s.81)

“Yaşam rüyada görülendir, yaşam bir karabasandır; uyanabilirsin ve uyandığın an, canavarların kendi kendilerini yarattığını anlarsın.” (s.97)

“Golconda’ya aşık olmasını mümkün kılan şey, yokluğunun geçici olduğunu bilmesiydi. Birini, bir yeri, bir insanlık halini, geçmiş bir yaşamı unutmuş gibi görünebiliriz, oysa bu arada oyunu başka kadroyla, sil baştan sahneleyebilmek için, harıl harıl yeni oyuncular seçmekte, unutmaya çalıştığımız dostun, sevgilinin, kocanın en yakın benzerini aramaktayızdır. Sonra bir gün gözlerimizi açar ve aynı öyküyü yinelemekte olduğumuzu görürüz. Başka türlüsü olabilir miydi? Taslak, metin kendi içimizden geliyor. İçsel bir şey. Eski mistiklerin “karma” diye tanımladıkları da bu işte; ruhsal ya da duygusal deneyimi anlayıncaya, tasfiye edinceye, aşıncaya kadar yinelemek.” (s.116)

“Senden ne beklediğimi bilmiyorum, Lillian, ama bu bir mucize beklemekten farksız senden her şeyi talep edeceğim, hatta imkânsızı bile, çünkü sen güçlüsün.” (s.131)


“Her şeyi oluruna bırakmayı, yalnızca seyirci kalmayı öğrenmek için uğraşıyorum.” (s.134)

“Aya ulaşma saplantısı; çünkü birbirlerine ulaşmayı başaramamışlardı; iki ayrı, iki farklı gezegen! Sessizlikte, bilinmezde, bir insan biçimlenmiş, patlamış, oradan geçen diğer cisimlere çarpmış, yanmış, terk edilmişti. Sonra seven, önemseyen birinin erimiş demirden döktüğü aşkta, yeniden doğdu.” (s.155)

“Yaşam, genişleyip yayılmaktadır ve biz, işgal ettiğimiz noktanın aslında daracık bir köşebaşı olabileceğini algılamaya başlarız; o köşeden bakıp gözümüzde korkuyla büyüttüğümüz şey, katı, kıpırtısız, Parmenides’vari boğazları, daracık geçitleriyle boğmaya, öldürmeye hazır bir geleceğe yönelmiş benlik parçacıklarımızdır yalnızca. Çünkü içimizde bizi genişlemeye, yaşam akışıyla birlikte yayılmaya, yaşam kasırgasının ölü merkezinden mümkün olduğunca uzaktaki noktalara yerleşmeye zorlayan bir şey vardır; akan özlere dönüşmemizi, özgürleşmemizi ve gerçek, temel durumumuzla barışık olmamızı isteyen bir şey.” (s.157)