“İnsanlar böyle yapıyordu. İşe giriyor, elleri para
tutuyor, sonra evleniyorlardı. Çocuk yapıyor, büyütüyor, bu arada
yaşlanıyorlardı. Bütün bunlar olup biterken geçen zamana da hayat deniyordu.
Böyle bir ruh hali içerisindeyken önce işe girdi, peşinden de Yasemin’le
evlenmeye karar verdiler. Herkesin yaptığını yapmaya karar vermek, karar vermek
midir?” (s.28)
“Keskin kırıklar vardı hayat çizgisinde. Sağ elini
direksiyondan çekip avucunun içine bakıyor. Sahiden de kırıldığı her noktada
beceriksizce kaynamışa benziyor. Aşk böyle bir şey, diye düşünüyor,
dağınıklıkları topluyor, kırıklarını alıyor hayatın, çekidüzen veriyor, bir
süreliğine de olsa. Nereden biliyor ki aşkın ne olduğunu? Yokluğundan!” (s.43)
"İnsan ömrünü kendine bir benlik, kişilik oluşturmakla geçiriyor, sonra gün geliyor önündeki en büyük engelin bunlar olduğunu fark ediyor." (s.52)
"Her zaman rahatsızlık değildir insana olmayacak
şeyler söyleten, bazen de ansızın rahatlayınca boşalır zemberekler."
(s.63)
“Bir insan bir insana sevdiğini söyleyemiyorsa, söylemeyi
aklından bile geçiremiyorsa, aklından geçirmesi teklif dahi edilemez diye
kurallar, kaideler konmuş, bunlara sıkı sıkıya riayet ediliyorsa, burası dünya
olamaz; olsa olsa posasıdır, canı, öz suyu alındıktan sonra kalandır.” (s.133)
"Lüzumsuz yere ne kadar önemsiyoruz kendimizi, duygularımızı açıklamıyor, diplomatik demeçler veriyoruz her seferinde; sözlerimizle haklar kazanılıp gasp edilecek, ülkeler, sınırlar değişecekmiş gibi. Bizi yıllar sonra da haklı çıkaracağını umduğumuz laflar geveliyoruz ağzımızda. Zamana hakim olacağımızı sanıyoruz böyle yapınca; ellerimizin arasındaki yegane zaman kayıp gidiyor; görmüyoruz." (s.176)
"Sevinmeyi öğrenmemiş olanlar üzülemiyorlar da.
Dehşet duyuyorlar ancak. Canlanacak gibiyken, büyüsü ya da duası tutmamış tahta
bir oyuncağın kalakalmışlığı, olmamışlık, olamamışlık - başka bir seferin
imkansızlığı. Üzülmek de akış istiyor sevinmek gibi. Bu yüzden hep sarhoş
olmalı. En azından bir kımıltıdır." (s.200)